NE CERRE KALMIIIŞ NE DE CERRECİLER

Evde, bağda, dağda en önemli eşyalardan sayılırdı cerreler. Su taşımaya ve içme suyunu muhafaza etmeye yarardı. Topraktan küçüklü-büyüklü, çoğunlukla tek kulplu yapılır, pişirildikten sonra da pazara çıkardı. Şimdiki balıkçılar pazarı olduğu gibi cerreci ve sepetçi esnafına aitti. Cerrecide elbette, güveç, çömlek gibi yan akraba ürünler de satılırdı. Benzer şekilde, sepetlerin yanında da zembil, sele, küfe ve benzeri ürünler yarenlik ederdi.
Cerre özellikle sıcak yaz günlerinin soğutma makinesi gibiydi. Topraktan yapıldığı ve sırlanmadığı için mikroskopikten daha minik gözeneklerden sızan su buharlaştıkça, yüzeyi soğur ve dolayısıyla cerredeki su bir süre sonra adam-akıllı serinlemiş olurdu. Çok küçüklerine bardak adı verilirdi ki, bunlar alsa alsa bir buçuk-iki litre su alırdı. Yazıya-mazıya(*) gidenler için pek yararlıydı. Saban gerisinde, döven üstünde güneşle halvet olup terleyenler için can kurtaran sayılabilirdi. Adı üstünde, zaten kendi bardak ya, ayrıca bildiğimiz bardaklara ihtiyaç duyulmadan kafaya dikilir ve çeneden damlata damlata, aslında kana-kana su içilerek serinlenirdi.
CERRECİLERİN DE YERİ VARDI
Onik, yıl önce 94 yaşındayken vefat eden babam cerrecilerin şimdiki İnönü Parkı’nın olduğu yerde faaliyet gösterdiklerini anımsardı. Zamanla kent büyüyünce, insanlar cerreci ocaklarından rahatsız olmuş ve “istemezük!” makamında fasıl tutmuşlar. Bunun üzerine cerreciler tası tarağı toplayıp şimdiki Asri Mezarlık alanına taşınmışlar önce. Burası da öbür dünyaya transfer alanı olarak ilan edilince, “Ver elini kiremithane!” deyip yeniden taşınmışlar. Çocukluğumuzda hem Kiremithane taraflarında, hem de Adana’nın güneyindeki köylere yakın bazı alanlarda cerreciler, çömlekçiler vardı. Birden bire yok olduklarını sanmıyoruz. Galiba ilk başlarda yavaş yavaş, sonraları ise hızlı şekilde çekildiler.
Günümüzde topraktan çanak-çömlek işi turistik örtüye bürünmüş gibi; Nevşehir’in Avanos’u, yanılmıyorsak, bu işin en büyük merkezi konumunda. Hem yerliye, hem yabancıya esaslı satış yapabiliyorlar.
PLASTİKLİ HAYAT,
Aslında cerreleri ve cerrecileri bu denli azaltıp neredeyse dibine darı ektiren neden, plastik denilen ürünün her gün yaşamımızda önemli yer almaya başlaması. Bardaklar plastik, çanaklar plastik, sürahiler, şişeler plastik… Toprağa göre çok daha hafif, taşınması kolay. Bir de, belki en önemlisi, kırılmaz… Bu yazdıklarımıza kanıp ta plastiğe methiyeler dizdiğimizi düşünülmeye. Madalyonun öbür tarafına bakıldığında, bazı cinslerinin yüzeyindeki çizikler nedeniyle mikrop yuvası haline gelmesi var. Kıymet-i harbiyesi olmadığı için de sokakların, bulvarların, parkların baş belası oldular. Öyle değil mi, göz attığınız her yerde plastikle karşılaşmaktayız. En kötüsü de, topraktaki varlığı her geçen gün biraz daha artıyor. Yani, toprağımız adamakıllı kirleniyor. Yüzyıllar boyu çürüyüp bozunmayacağı için de, bir müddet sonra kamil toprağı elenmedik tarlada tere-turp-maydanoz ekimi yapamayacağız…
CERRECİLER İNÖNÜ PARKI’NI BIRAKINCA
Yine babamdan dinlerdim; cerreciler şimdiki İnönü Parkı’nın bulunduğu alanı terk edince, boşalan yere ma’sereciler gelmiş. “Ma’sere”, Arapça; “sıkım işinin yapıldığı yer” anlamına gelir. Köfte sıkımı gibisi değil, zeytin, çiğit, üzüm, susam gibi yağı veya şurubu alınabilecek bitkisel ürünleri sıkan yer yani… Bölgemizde en çok zeytin ve susam sıkan yerler anlamında kullanılırdı. Ma’sereci eğer susam çerçevesinde ise, tahin, tahin helvası akla gelirdi. Helvaya bulaşmış esnafımız da, istisnasız lokum ve cevizli sucuk ile akide, hamiri gibi şekerleri de üretirdi…
O lezzet, o koku, o tuşe, o renk, o doku, bambaşkaydı canım!. O zamanın ustaları da, kalfaları da çok başkaydı çoook!..
(*) Yazı: kırlık yer, tarla; yerleşim alanları dışında kalan tarım alanlar