NİHAYET İFADEM ALINIYOR

Gözaltına alınmamdan 52 gün sonra polisler bana hazırlanmamı bildirdiler. Odadan çıktık ve  bitişikteki odaya (daha önce Sabahattin Değirmenci’yi penceresinde gördüğüm oda) girdik.  Odada bir yüzbaşı, sivil bir başkomiser (daha önceden tanıştığım Başkomiser Ümit Batıbay) ile birkaç sivil polis vardı.   Bir masa üzerinde daktilo makinesi, bir kaç sandalye ile bir de koltuk odanın diğer demirbaşlarıydı.  Bana oldukça saygılı davranarak hatırımı sordular.  Baş komiser Ümit odadaki tek koltuğu göstererek “Sayın hocam buyurun oturun, size bir kaç soru soracağız” dedi.  Bu kadar uzun süre hiç bir bilgi verilmeden, tek bir suçlamada bulunmadan gözaltında tutulduğumu, şimdi bana saygı gösterilmesini kabul edemeyeceğimi, sorgudaki bir kişi olarak koltuğa değil tahta sandalyeye oturacağımı, soru sormadan önce neden buraya getirildiğimi ve sorgusuz sualsiz tutulduğumu açıklamalarını beklediğimi ifade ettim.

Ayrıca, vereceğim yanıtların özetlenmeden, kelimesi kelimesine tutanağa geçirilmesini talep ettiğimi bildirdim.  Oldukça mahcup ve ürkek bir tavırla, bana soracakları fazla bir şey olmadığını, dilersem hiç soru almadan da anlatmak istediklerimi anlatabileceğimi belirttiler.

Benim size anlatacak hiç bir şeyim yok demem üzerine, önemsiz bir kaç soru sorup cevapları aldıktan sonra iyi günler dileyip beni tekrar odama gönderdiler.  Bu kadar sıkı bir gizlilik içerisinde uzun süre gözaltında tuttuktan sonra karşılarına alıp oldukça nazik davranmaları ve dişe dokunur hiç bir soru sormamaları ve pek bir suçlamada bulunmamaları merakımı daha da artırmıştı. Acaba bu da bir tür Çin işkencesi yöntemimiydi…

MEĞER BİZ NEYMİŞİZ!

Kısacık da olsa ifade verdikten bir gün sonra nöbetçi polislerimizden biri heyecanla odama geldi ve polis yemekhanesinde öğle yemeğini yerken radyoda 13.00 haber bültenini dinlediğini, radyonun bizimle ilgili geniş bir haber yaptığını ve hakkımızda çok ağır suçlamalarda bulunulduğunu bildirdi.  Radyodan yapılan açıklamaya bakılırsa Adana’da meydana gelen anarşik olayların tamamını bizim düzenleyip yönettiğimiz sonucu çıkıyordu.

Bu suçlamaları öğrenince müthiş bir ferahlık ve rahatlık duydum, bu suçlamaların hiç biriyle uzak yakın ilişkim olmadığına göre mahkemeye çıkarıldıktan sonra bizi fazla tutamazlar diyerek rahatladım.  Ancak, radyodaki açıklamayı duyarak endişelenen aileme ve yakınlarıma bir an önce mesaj göndermeli ve onların rahatlamasını sağlamalıydım. Gerçeği bilmeyenler hakkımızda yapılan suçlamaları radyoda dinlediğinde bizim kurtulmamızın olanaksız olduğunu, sonumuzun idam sehpası olacağını düşünebilirdi.

Nitekim, öğleden hemen sonra Ali ağabeyim Polis Okulunun karşısındaki yola gelip arabadan inmiş, yıkılmış bir halde bana bakıyordu.  Hemen nöbetçi polislerden birini Ali ağabeyime göndererek bu suçlamalar karşında çok rahat olduğumu, suçlamaların hiç birine inanmamalarını ve üzülmemelerini, suçlamaların hiç biriyle ilgimin olmadığını, bunları asla kanıtlayamayacakları için beraat edeceğimi bildirdim.

SAVCILIK VE SORGU HAKİMLİĞİNDE İFADE

Radyoda suçlanmamızın ertesi günü polisler “hazırlan, askeri savcıya ifade vermeye gideceksin” dediler. Giyinip aşağı indim ve bir askeri araca bindirilerek Köprü Köyü’nde bulunan Kolordu kışlasına götürüldüm.  Burada havacı albay olan bir askeri savcı polislerin hakkımda hazırladığı fezlekeyi okudu ve suçlamalara tek tek cevap vermemi istedi.  Fezlekede yazılanları dinleyince gördüm ki, gözaltında bulunduğum süre içerisinde bizimle ilgili pek çok kişinin ifadesini alıp hakkımızda 22 çeşit suç oluşturmuşlar.

Polis okulundaki bir odada bir kaç basit soruya cevap verme şeklinde geçen ifademi alırlarken aleyhimdeki dosya zaten hazırlanmış, o bir kaç soruyu bana usulen sormuşlar.  Suçlamaların özü, bizim ülkeyi komünist bir yönetime kavuşturmak için mücadele verdiğimiz yönündeydi.  Savcı bana oldukça olgun, saygın ve tarafsız bir kişi izlenimi Verdi, soruları sorarken adeta mahcup oluyordu.

Tüm suçlamalara yanıtlarımı aldıktan sonra odadan çıkıp koridorda beklememi, biraz sonra polislerin beni tekrar Polis Kolejine götüreceğini bildirdi. Askeri Savcının tavrı ve bana yöneltilen suçlamaların saçmalığı beni biraz daha rahatlatmıştı.  Askeri savcının katipliğini yapan ve asli görevi başka bir kamu kuruluşunda olan şahıs ortaokuldan sınıf arkadaşım Abdullah Malcı’nın kardeşiydi.

Koridorda yanıma gelen Katip, Savcının çok dürüst biri olduğunu, bir yüzbaşının sık sık savcının yanına gelip onu bizim suçlu olduğumuza ikna etmeye çalıştığını, ancak savcı beyin her defasında ona dayanaksız ve belgesiz suçlamalarla bir yere varılamayacağını söylediğini, delil bulmadan bana gelme diyerek onu yanından uzaklaştırdığını anlattı.

Diğer arkadaşların da savcıya götürülüp ifadeleri alındıktan sonra askeri savcı hakkımızdaki iddianamesini hazırlayıp bizi sıkıyönetim mahkemesine sevk etti.

Gözaltına alınmamızın ELLİALTINCI gününde bizleri bir araca bindirip Köprüköyü semtindeki 6. Kolordu ve Sıkıyönetim Karargahındaki sorgu hakimine götürmek üzere yola çıkardılar.  Akrabalarımız ve arkadaşlarımız da arabalarıyla peşimize düştü, uzun bir araç konvoyu halinde yola koyulduk.

Yolculuk sırasında polislerimizden biri istersek yol üstündeki bir lokantada yemek yiyebileceğimizi söyleyince memnuniyetle kabul ettik.  Sinan Paşa mahallesindeki Gönül Kebap Salonu önünde durup içeriye girdik, bizi izleyen yakınlarımıza lokantaya girmemeleri bildirildi.  Lokantaya girerken Mükremin Beyin küçük kardeşi Fatih yanıma yaklaştığında, gözaltındaki anılarımı yazdığım küçük defteri gizlice kendisine verdim ve bunu ağabeylerimden birine vermesini rica ettim.  Yemekten sonra tekrar araca binerek mahkeme binasına  geldik ve sırayla bir sorgu yargıcının karşısına çıkarak ifadelerimizi verdik. Sorgu hakimi hakkımda çeşitli suçlamalar olduğunu bildirip soracağı sorulara cevap vermemi istedi.

Suçlamaların ne olduğunu sorduğumda, örneğin şu ihbar dilekçesini okuyalım diyerek, benim aleyhimde Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılmış bir şikayet dilekçesini okumaya başladı.  Dinledikçe ağlamak mı yoksa gülmek mi gerektiğini bilemedim çünkü dilekçeyi Adana’da ağır vasıtalarla nakliyecilik yapan ama her türlü yasadışı işlerle uğraştığı ve emniyetten bazı görevlilerle kirli ilişkiler içinde bulunduğu bilinen ve kabadayı geçinen Doğan Özyardımcı isimli kişi yazmıştı.

Dilekçede özetle, bir gün bürosunda Adanalı kabadayılardan Madamalı Mehmet ile otururken orta yaşlı birinin arkasında  4-5 gençle birlikte geldiğini ve  kendisinden Dev-Yol isimli aşırı sol bir örgüt adına yüz bin lira haraç istediğini; bu şahsa kim olduğunu sorduğunda,  şahsın ben Profesör İsmail Özgören’im diye cevap verdiğini, koskoca bir profesörsün, haraç istemeye utanmıyor musun diye karşılık vermesi üzerine, profesörün “Fazla konuşma da  derhal parayı öde, aksi takdirde seni öldürtürüm” dediğini belirtiyor  ve o profesör hakkında şikayetçi olduğunu ifade ediyordu.

Sorgu hakimine, böyle karanlık bir kişinin bu tür saçmalıklarla bir fakülte dekanını suçlamasına ve tanık olarak da sabıkalı bir kabadayıyı göstermesine inanılıyorsa vereceğim yanıtın da dikkate alınacağından şüphe edeceğimi belirttim.  Hakimin açıklamalarından aleyhimdeki suçlamaların genelde Mühendislik Fakültesi yöneticilerinin sağcı öğrenci, memur ve öğretim üyelerine baskı yaptığı, solcu öğrencileri ve memurları kayırdığı, o fakültenin yönetim kurulu üyesi olduğum için ben de bu suçlara göz yumduğum, böylece görevi ihmal suçunu işlediğim iddiası öne çıkıyordu.  Aleyhimdeki suçlamalara karşı savunmamı yaptıktan sonra sorgu hakimi dışarı çıkıp kararı beklememi bildirdi.

Diğer arkadaşların da ifadeleri alındıktan sonra mahkeme koridorunda büyük bir merak ve ümitle sorgu yargıcının vereceği kararı bekledik.  Bir süre sonra hepimizin   tutuklu yargılanmasına karar verildiği, hakkımızda Sıkıyönetim Savcısı tarafından hazırlanacak iddianameden sonra dava açılacağı, buradan Adana Kapalı Ceza ve Tevkif Evine götürüleceğimiz bildirildi.

Kararı beklerken oluşan büyük ümitler suya düşmüş, yine bir bilinmezin ve karanlığın içine gömülmüştük.  Büyük bir araç konvoyu eşliğinde Adana Kapalı Ceza ve Tevkif Evine doğru yola çıktık. Odasına alındığımız Cezaevi Müdürü yanımızdaki yakınlarımıza cezaevinde yatak yorgan bulunmadığını, evlerden yatak yorgan alarak getirmelerini bildirdi.

Bazı dostlarımız yatak yorgan getirmek için evlere giderken bizim saçlarımız bir hükümlü tarafından 3 numaralı makine traş edildi, fotoğraflarımız çekildi ve cezaevi defterine kayıtlarımız yapıldı.  Böylece, 56 gün süren gözaltı süresi sona ermiş ve yaşamımızda ilk kez bir cezaevi sayfası açılmıştı.

(DEVAM EDECEK)

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Spor