ÖLÜMÜNÜN 67. YILINDA NURULLAH ATAÇ

            *NURULLAH ATAÇ

Meral Ataç Tollluoğlu’nun “Babam Nurullah Ataç” adlı kitabı “Nurullah Ataç’ın 100. Doğum Yılında ”Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, ölümünün 67. Yılında okuduğum bir kitap… Sırada diğeri var; Adanalı bir yazarımız… Mehmet H. Doğan’ın, Zeki Müren’e ait olan suzinak şarkısı gibi hüzünlendiren bir kitap “Şimdi Uzaklardasın.”  Her iki kitap da Çukurova’nın sanat ve savaşımcılarından sevgili Ahmet Karataş dostumuzun kitaplığından.

Nurullah Ataç’ın yazarlığı genetik bir kaynağa dayanıyor… “İktitaf” yazarı ve Maliye Nazırı olan dede Mehmet Ata, ünlü Alman tarihçi Hammer’in “Osmanlı Tarihi” adlı yapıtlarını Türkçe’ye çeviriyor. Galatasaray Lisesi’nin ardından İsviçre’de eğitimini sürdüren Ataç, daha sonra İst. Ünv. Edebiyat Fakültesi’ndeki eğitimini yarım bırakıp, Fransızca öğretmenliği, çevirmenlik, Cumhurbaşkanlığı çevirmenliği ve TDK Yayın Kolu Başkanlığı yapıyor. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çevirileri var. İlk şiir ve tiyatro eleştirileri “Dergah”ta yayınlanan Ataç,  Pertevniyal Lisesi ile Özel Hayriye Lisesi’nde öğretmenlik yaparken gazete ve dergilerde yazmış. “Türk Dili”, “Varlık”, “Yedigün”,  “Ülkü”, “Seçilmiş Hikâyeler”, “Hayat”, Darülbedayi”ve “Yeni Adam” gibi  dergiler ile “Hakimiyeti Milliye”, “Ulus”, “Milliyet”, “Tan”, “Posta”, “Cumhuriyet”, “Son Havadis” ve “Dünya” gazetelerinde deneme ve eleştiri yayınlanmış. Dil devrimi ve dilde sadeleşmenin yanı sıra aydınlanma savaşımı veren Ataç, yazdığı yazı, eleştiri ve yaptığı çevirilerle öz Türkçe’nin yanı sıra dil, tiyatro, edebiyat, sanat ve kültürün gelişimine katkı sağlamış. “Günlerin Getirdiği”, “Karalama Defteri” (“Sözden Öze”), “Ararken”, “Diyelim”, “Söz Arasında”, “Okuruma Mektuplar”, “Günce”, “Günce 1-2”,  “Prospero ile Caliban”, “Söyleşiler”, “Dergilerde” ve “Sevgi Üzerine Sözler” adlı yayınlanan yapıtları bulunan Nurullah Ataç’ın hakkında birçok kitap yayınlanmış. Bir eleştiri yazısı yüzünden Oktay Rıfat ile Melih Cevdet Anday tarafından tekmelenmiş, dövülmüş. (s.170-171)

*BABAM NURULLAH ATAÇ

“Babam Nurullah Ataç” (21 Ağustos 1989 İst.-17 Mayıs 1957) diyen kızı Meral Ataç, Ataç’ın yaşantısının içten ve yakın bir takipçisi olarak verdiği kesitlerle anı ve izlenimlerini yansıttığı kitapta; “Babamın aziz dostları, öz amcam, öz ablam gibi sevip saydığım Prof. Macit Gökberk ile eşi Zahide Gökberk’e…” ithaf notunu düşmüş. “Babam Ataç’ın Ailesi”, “Babası”, “Annesi”, “Kardeşleri”, “İklima Halam”, “Hamide Halam”, “Refik Amcam”, “Behçet Halam”, “Babamın Sütanası”, “Dadısı Sıdıka Kadın”, “Lala Kerim Ağa”, “Cenevre’ye Gidişi”, “Babamın İkinci Aşkı”, “Annemle Babamın Tanışıp Evlenmeleri”, “”Benim Doğumum, Ankara’dan Büyükada’ya Gelişimiz”, “Kışı Geçirmek İçin İstanbul’a Taşınmamız”, “Babamın En Yakın Arkadaşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar”, “Büyükada’da Geçen Güzel Yıllar”, “Halit Fahri Ozansoy”, “Donanma Sokağındaki Evimiz”, “Babamın Kedi Sevgisi”, “Babamla Annem Arasında Çıkan Tartışma Nedenleri”, “Babamın Oyun Merakı”, “Hüsnü Bey’in Gazinosu”, “Babamın Kitapları”, “Nesteren”, “Ahmet Hamdi Tanpınar”ı Evlendirmek İstiyorlar”, “Bayram Günleri”, “Adada Geçen Son Yıllar”, “Tanpınar’la Babam Darılıyor”, “Babamın Korkuları (İnançları-Yorumları), “Babamın Öğrencileri”, “Babamın Sevdiği Türküler Şarkılar”, “Bir Anı”, “Babamın Şiir Tutkusu, Benden Kuşkusu”, “Dil Severliği”, “Annemin Hastalanması, Ölümü”, “Aydın’ın Doğumu”, “Babamın Adada Geçirdiği Son Yaz”, “Babamın Hastalanması, Ölümü” ve “Babamın Ardından” adlı bölümlerden oluşmaktadır.

Baba tarafından Karadenizli Gümrükçüoğulları, anne tarafından Maraşlı Kısaküreklerden olan Nurullah Ataç’ın dedesinin babası Gümrükçü Halil Paşa olduğu görülen kitapta; Meral Hanım, ”Amcam, ‘Babamızın adının sonuna bir ç harfi ekleyelim Ataç olsun’ diye ısrar edince bunu bir buyuru olarak kabul etti”ğini” (s.9) belirtmiş. Babasının babası kadı, annesinin babası Hamit Paşa olduğundan “Hamit Paşa Ailesi” olarak da anılan ailenin 7. Çocuğu Nurullah Ataç. Yazara göre konumlandığında, sırasıyla: Galip amca, İklima hala, Hamide hala, Refik amca, Saadet hala, bir erkek kardeş, Nurullah Ataç ve Hiybetullah Behçet hala olarak sıralanmakta.

Ataç, ölen 2. Ağabeyi Refik’i:”Çok genç, çocuk denecek yaşta öldü; onun için Refik diyorum” (s.18) dediği Refik oldukça yetenekli…  Yazar, “Refik amcam hem kardeşlerinin anlattığına göre kardeşlerinin tümünden üstün yeteneklere sahipmiş. Babam ’Refik yaşasaydı bugün ünlü matematikçi, ünlü yazar olurdu” diyor… Macaristan’da matematik öğrenimi gören Refik, 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla yurda dönüp, gönüllü olarak katıldığı Çanakkale Savaşı’nda 21-22 yaşlarında şehit düşüyor. Refik’i kaybeden Nurullah Ataç’ın ailede en çok üzüldüğü olaylardan biri de, öğrenim için Cenevre’ye giderken “Ne olur ağabeyciğim gitme “ diye yalvaran; gittikten bir süre sonra da küçük kız kardeşi Behçet’in yaşamını yitirmesi… Yazar, güzel bir betimlemeyle üzüldüğü bir yeğen portresi ortaya koyuyor: ”Babamı kardeşlerinin içinde en çok küçük kız kardeşi Behçet etkilemişti. Ölümüne çok üzüldüğünden ondan söz edilmesinden hiç hoşlanmazdı. Behçet halam anıldığında, yüzünün rengi hemen değişir, kardeşinin siyah bukleli saçlarının, yeşil gözlerinin özlemiyle gözleri dolar, bazen de kendini tutamaz, ellerini yüzüne koyar hıçkıra hıçkıra ağlardı. Aradan çok uzun yıllar geçtiği hâlde Behçet’ini hiç unutmamıştı.//…Behçet halam, babam İsviçre’ye gideceği gün hazırlanırken hep çevresinde dolaşıp: ‘Ne olur gitme ağabeyciğim’ diye yalvarmış. Babamın gidişinden bir süre sonra da hastalanmış, ölmüş.” Cenevre’de öğrenim gören Ataç’a yazılan mektupların “…öperim” kısmında diğerlerinin isimleri yer alırken, küçük Behçet’in adı geçmediğinden, öldüğünü hemen anlayıp, hasta olarak, günlerce eve kapanıp: ”Keşke buralara gelmeseydim diye ağlamış.”   (Behçet Halam-s.19-20)      Ataç’ın çocukluğunda ilginç detaylar var… Evde yaramazlıklar yaptığından anne, baba ve dedesinden dayak yerken, okulda pasif ve usluymuş. Ataç’ın annesi Meral Hanım ise Ataç’ın beş taş oynamasına göğe taş atmak; uçurtma uçurtmasına da günah diye izin vermezmiş(s.25-26). Ataç, “Ben inanmam ya! Beştaş oyununu pekiyi saymazlar. Annem uğursuzluk getirdiğini söylerdi.” Demiş.

*CENEVRE VE CLAİRE

Cenevre’den bir aşk kesiti… Ataç, Cenevre’ye gittikten bir süre sonra okulu bırakıp, gönlünce öğrenim yapmış. Bu arada, Claire isimle genç ve güzel bir İsviçreli kıza âşık olan Ataç, onunla  evlenip yurda dönmek isterken, Claire: “Ata, ben de seni seviyorum ama seninle evlenemem. Ailenle belki anlaşamayız. O zaman ikimiz de mutsuz oluruz” dediğinden (s.29) bu evlilik gerçekleşmemiş.

Yakup K. Karaosmanoğlu, Ataç’ın ölümünden sonra yazdığı “Bir Beyin Adamının Ölümü” adlı yazısında Ataç’tan söz eder: “Bir gün hiç aklımdan çıkmaz, Cenevre’nin QuaidesEaux – Vives parkında geziniyordum. Nurullah Ataç, yanında güzel bir genç kızla karşıma çıkmış ve bana ayaküstü genç kızı tanıttıktan sonra ‘Müsaade ederseniz arkadaşımı savıp, sizinle kalayım’ demişti ve hemen dediğini yapmıştı. Ben ise hayretler içindeydim. Zira biliyordum ki, Nurullah yirmi yaşının bütün ateşiyle, bu genç kıza tutkundu. Fakat edebiyat aşkı ona gönül iptilasından daha üstün çıkmıştı. (s.29)

Ataç, yurda dönünce Claire’den söz etmediği gibi, ikinci aşkı olan Mediha için canına kıymaya bile kalkmış. Çok güzel bir kız dediği Mediha, çocukluktan beri amcasının oğlunu sevdiğinden Ataç’ın aşkına karşılık verememiş. Sevdiğiyle evlenince de çapkınlıkları yüzünden mutsuz olup, iki yıl sonra da veremden ölmüş. (s.33) Ataç, Gazi Eğt. Enstitüsü’nde öğrenci iken, güzel bir kız olan Meral Hanım ile tanışır tanışmaz âşık olup, izin alamadığından da bisine verdiği vekâletle evlenmiş.(s.34)

*İSTANBUL VE ANKARA YILLARI  

Meral, dokuz aylıkken zatürreeden olunca, iyi geldiği için dedesinin bulunduğu Büyükada’ya gelip yerleşmişler. Daha sonra Nurullah Ataç da adaya gelmiş. Bir ara Fatih’te kiralık bir evde otururken, yakınlarındaki Ahmet Haşim ile sıkça görüşen Ataç, onun ölümünde günlerce ağlamış.  O yıllarda Mükrimin Halil Bey, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Hilmi Ziya ülken, Burhan Toprak ile görüşen Nurullah Ataç, kitabın yazarı olan kızı artist olmak için tiyatroya gitmek istediğinde “Seni Naşit Bey’in yanına verelim o gerçekten büyük sanatçı” demiş. (s.31) “Hamlet”te küçük bir balıkçı rolü aldığından da söz edilen Ataç, bir süre de tiyatro okuluna devam etmiş. (s.31) Komşunun piyanosunu kızına aldırmayan Ataç; ada yıllarında gazinoda plak çaldırmadığına,  şarkı, türkü sevmediğine değinilse de, “Şevki Bey ile Griftzen Âsım Bey’in “Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz” ve “Cânâ rakibi handan edersin” adlarındaki hicâz ve uşşak  klasiklerine ilgi gösterdiği görülüyor. .

İki kıştan sonra adaya dönen Ataç’ın, Halit Fahri Ozansoy ile de arası pekiyi değil… Ada vapuruyla gidip dönerlerken bazen karşılaşırlar.  Ozansoy, Ataç’ın şiir ezberlemesini kabul edemez… “Bir sabah Ozansoy vapurda ne babama ne de başka tanıdıklarına selam sabah vermeden tek başına çekilip acele acele bir şeyler yazmaya başlamış. İki de bir de ‘Ben sana gösteririm’ gibilerden hırslı hırslı bakıyormuş. Babam da, belli etmeden yan gözle ona baktığı için ne yaptığını görüyor, içinden ‘Bakalım sonunda ne çıkacak’ diyormuş. Tam köprüye yaklaştıkları sırada Halit Fahri Bey, bir çalımla babamın yanına gelip, “Al bakalım! Bunu da evvelden biliyordum de de görelim” diye babama bir şiir uzatmış. Meğer herkesten ayrı oturmasının nedeni yeni bir şiir yazmak içinmiş. Babam, şiire şöyle bir göz attıktan sonra Halit Fahri Bey’i kızdırmak için her zaman yaptığı gibi ‘Ben bunu evvelden biliyordum’ demiş. Halit Fahri Bey ‘Yalancı, nasıl bilebilirsin? Ben onu şimdi vapurda yazdım’ diye bağırmaya başlamış. Babam, bu sefer sakin sakin ‘İnanmıyorsan okuyayım da dinle’ demiş. Şiiri, başından sonuna kadar, hiç yanlış yapmadan, ezbere okumuş. Ozansoy, şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış. Babama büsbütün bağırıp çağırmaya başlamış. “ (s..44)

Ataç, Greta Garbo’nun soğuk güzelliğini sevmediği için Greta adını koyduğu kedinin, sokakta gezmek için yavrularına bakmadığını düşünerek “Seni sokak karısı seni” diye hafiften vurmuş. Daha sonra, saralı olduğu anlaşılan kedinin yavrularının kendini yere atıp, deli gibi çırpınarak öldüğünü görünce kendini affettirmek için kızdığı kediyi kucağında gezdirmeye başlamış.(s.50) Ankara’da, İzmir Caddesi’nde otururken ise Nelson adlı kedisi dalağı çok sevince, sürekli dalak almaya başlamış. Sonunda her gün dalak yiyen kedinin karaciğeri bozulup siroz olarak ölmüş.(s.52)

Ataç, adada iken 3.5 yıl kadar Ankara’da evden ayrı kalıp, ardından da Ankara’ya yerleşmişler. Ankara Saracoğlu Mahallesi’nde Hasan-Âli Yücel, Osman Horosanlı, Prof. Hikmet Birand sıkça buluşarak birkaç saat bezik oynarlarmış. (s.57) Ev sahibi olan Hamdullah Suphi Tanrıöver Bükreş elçiliğinden geldiğinde bir süre otelde kalıp, daha sonra iki katlı evinin üstüne gelip Ataç’ı çıkarmak için uğraşınca bakanlığın verdiği Saracoğlu Mahallesi’ndeki eve taşınmışlar.

Ona “Kırtıpil” adını takan en yakın arkadaşı Ahmet Hamdi Tanpınar (s.40), Ataç hastalandığında milletvekili iken hastaneye sıkça gelip ziyaret edip, ağlamış. Yahya Kemal Beyatlı, adadaki ve İzmir Caddesi’ndeki evlerine birkaç defa yemeğe gelmiş. Sonunda Ataç, Tanpınar ve Beyatlı  “dil meselesi, devrik cümle” yüzünden küsmüşler.

*AHMET HAMDİ TANPINAR EVLENİYOR!..  

O zamanlar Cuma olan hafta sonlarında Tanpınar, her Cuma Ataç’lara kebap yemeye gelir.

Ataç’ın eşi Meral Hanım, bir gün:

-Hamdi beyefendi! Bu yalnızlığın sonu yok. Artık evlenseniz der.

O da:

-İnan ben de istiyorum ama bir türlü olmadı işte deyince,

Ataç:

-Bak Hamdi gerçekten evlenmeye niyetliysen biz de ilgilenelim. Benim yakın akrabamın iki kızı var. Biri siyah saçlı, yeşil gözlü. Çok ince bir güzelliği var. O okudu öğretmen oldu. Küçük kardeşi sarı saçlı. O da güzel. İstersen bir gör, dedikten sonra, Leman Hanım, Kartal’a akrabalarına gidip:

-Çocuklar! Dayınız sizi çok özledi. Cuma günü sizi yemeğe bekliyor, der.

Buluşma günü, Ahmet Hamdi Tanpınar, tesadüf olmuş gibi gelir. Yemekler yenip, kahveler içilip, şiirler okunur.

Ataç:

-Hadi Hamdi, artık iskeleye gazinoya inelim, der.

Yolda,

“Hamdi! Nasıl, ne düşünüyorsun?” dediğinde,

Tanpınar:

-Nurullah! Akraban hanımları çok beğendim. İkisi de gerçekten birer hanımefendi. Ama bu denli ağırbaşlı hanımlardan ben hoşlanmam. Benim evleneceğim kadın biraz orospu hâlli olmalı, Der. (s.69-71)

*ATAÇ VE ADANA                         

Nurullah Ataç; öğretmenlik yaptığı Adana’yı çok seviyormuş… Meral Ataç bundan şöyle söz eder: “…Hele Adana’ya gideceği zamanlar çocuk gibi seviniyordu. Gençlik yıllarında Adana’da öğretmenlik yapmıştı.  Orada babamı seven, babamın da sevip unutamadığı dostları vardı. Ferit Celal Güven, Ferit Celal Bey’in kardeşi Nevzat Bey ile eşi Colette Hanım babamın çok sevdiği, bir arada olmaktan mutluluk duyduğu arkadaşlarıydı. Babam: ‘Dünyanın en güzel ili Adana, en iyi insanları Adanalılar’ derdi. Adana’yı ne kadar çok sevdiğini yazılarında belirtirdi. Bir yazısında ‘Adana’ya gidiyorum yarın. Birkaç gün güneyde olaşacağım. Şimdiden seviniyorum oradaymışım gibi. Adana’yı, Çukurova’yı, Yenice’ye yakın o vurgunu olduğum ağacı göreceğim… Unutacağım birkaç gün kendimi.’ Der. O vurgunu olduğu ağaçtan bize hiç söz etmemişti. Ferit Celal Bey’e, ‘Öldüğüm zaman beni bu ağacın altına gömsünler isterim’ demiş. Bize böyle bir isteğinden söz etmemişti…” (s.144)

Bir Ataç anmasını, Nurullah Ataç’ın kızı Meral Ataç Tolluoğlu’nun babası hakkındaki düşünceleri ve şiiriiyle tamamlamak gerekir: “Babam, bir kez öz Türkçeye gönül vermişti. Türk dilinin bütün yabancı sözcüklerden arınmasını istiyor, bunun için savaşıyordu. Kendisinin de söylediği gibi, bu uğurdaki savaşı bir çıkar kaygısıyla değildi. Öz Türkçe için nice kazançları tepmiş, rahatını kaçırmış, kendini üzmüş, adını deliye bile çıkartmıştı.” (s.113)

 

       TAHATTUR SAATİ

                 

            Akşam, bahçelere serpilip sessiz,

            Dalgın çiçeklerle gölge örüyor.

            Bak! Birbirimizden uzak gibiyiz:

            Senin de çehreni akşam bürüyor.

                                   

            Bu sakin sulara şan veren gurup

            Bütün hicranların tutar yasını!

            Hazin, yorgun gibi yayılan sükût

            Bilir kalbimizin macerasını.

                                   

            Sanki bu saatler örülmüş gamla,

O kadar ruhumuz melâl* içinde!

Ürper, ey sevgilim! Ürper ve ağla!

Tahattur* saati vuruyor işte.

 

*Tahattur: Akşam

*Melâl: Can sıkıntısı, usanç.

 

*(Babam Nurullah Ataç/ Meral Ataç Tolluoğlu/ Yaşantı/ YKY/ Ağustos 1998/ 177 sayfa/ 1500000.-TL)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor