OSMANLI’DAN BERİ İSRAİL GERÇEĞİ

İran’dan sonra İsrail’in hedefinde Türkiye’nin olduğu savlarına katılmıyorum; Nedenim, 1960’dan sonra bakanlık görevi dahil, devlet ve meclis içinde edindiğin deneyim ve bilgilere dayanıyor.
Kimse gerçeği görmezlikten gelmesin: Osmanlı’dan düne yani çağdaş laik cumhuriyete kadar, Anadolu ve Trakya, hiçbir zaman ne Balkanlar’da ne Avrasya’da ne de Ortadoğu’daki devlet, devletçikler ve halkı ile karşılaştırılamaz.
Çünkü özellikle 1950’den beri laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti, çoğunluğu Sünni-Alevi de olsa din, ırk, dil ve renk ayırımı yapmayan “yurtta ve dünyada barış” ilkesini benimsemiş, birlik ve dirlik içinde bir devletti ve devlettir.
Son çeyrek yüz yılda bu özelliklerinden ödün veren bir yönetim dönemi geçiriyor olsa da, cumhuriyetin aydınlanma hareketinin sağladığı eğitim, endüstri ve tarım alt yapısı sürekli ileri gitmiştir.
Ayrıca 1950’den sonra tarihi ve jeopolitik konumu açısından ister savaş yıllarında, ister (tartışılan) dünyaya hakim olan küresel ekonomik gerçekler karşısında, Batı dünyası ile iç içe geçmiş bir ülkedir.
Kentleşme, iletişim ve bilgi değişimi bakımından İslam dünyasının en ileri ülkesidir. Üretim yapısı, dış ticaret ilişkileri ve özellikle askeri eğitim ve donanımı yüksek oranda başta Avrupa, gelişmiş demokratik ülkelerle sıkı sıkıya bağlıdır.
Yine belirtmem gerekir Milli Görüş siyasetinin ilk 1974 CHP-MSP Koalisyonundan (ki, o hükümette Bakandım) 2002 de iktidarı eline alan AKP ‘ye ve 2018’den beri de Tek Adam’ın Partili Cumhurbaşkanlığına kadar 1700’lerde başlayan İsrail (Yahudi) halkı ile ilişkilerin, hiçbir zaman tamamen kopmadığının en yakın tanıklarındanım.
İslam dünyasına örnek ve hatta önder olmak için(!) unutulmayan “van minüt” çıkışıyla İsrail’le ipleri koparmaya çalışsa da, AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan, NATO‘un vazgeçilmez üyesi olarak ABD’nin kontrollü bağı altındadır. Bu gerçek, ailece meydanlarda ve kürsülerde edilen sözlere karşı, her ülkeden daha çok İsrail ve İran yönetimlerince bilinir.
Yıllardır süren Ülkemizin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden ayrılıkçı PKK terörünün arkasında, başta ABD ve Ortadoğu petrollerinin savaşımındaki sömürgenlerin olduğu gerçeği dün ne ise bu gün de aynıdır.
Bütün bu yoğun ve olumsuz gelişmeler dolaysı ile son Gazze’nin işgali ile yinelenen ve düne kadar İran’da süren “İsrail’in çevre ülkelerine dönük kıyım ve savaş stratejisinin bizi de içine alacağı” Cumhur İttifakının iç cephe söyleminin, son iki yıldır Ak Saray’ın iktidarda kalmak için (iç politika) hesaplarından kaynaklandığı çok açık.
Zirveye çıkan yargıyı ve yürütmeyi tümüyle baskı altında tutma politikasından başka çare bulamayan AK Sarayın (Cumhur İttifakının), İmralı (DEP) ile başlattığı sözde terörü bitirme taktikleri çıkmaza girdi.
Cumhurbaşkanı adayı E. İmamoğlu üzerinden tırmandırdığı gittikçe sertleşen hukuksuz dava süreçlerine karşı CHP’nin, başta genç kuşaklar halka mal ettiği muhalefetin de etkili olması, AK Sarayın “İsrail’in tehdidine karşı iç cepheyi güçlendirme”(!) gerekçesi oldu.
Bu nedenlerim dolaysıyla yazıma “İsrail’in hedefinde Türkiye’nin olduğu savlarına katılmıyorum” diye başladım ve bitirdim.