PAMUĞUMUZA BİR DARBE DE TEKNOLOJİYİ İHMALDEN İNDİ

Yakın geçmişe dek Adana’nın  “Beyaz Altın Diyarı” olarak anılmasını sağlayan, dünya pamuk borsalarınca günü gününe takip edilen, ülke ihracatımızın ana kalemlerinden birini oluşturan, hemen hemen her Adanalı’nın kesesine katkı koyan pamuğumuzun neredeeeen nereye geldiğini önceki üç yazımızla sunmaya çalışmıştık. Çiftçimzin pamuktan uzaklaşmasına yol veren temel nedenlerden en önemli ikisini, yani Devletin Adana’yı cezalandırırcasına kaderiyle baş başa bırakması ile kentimizde yoğunlaşan sendikal kapışmaların yatırımcıyı bezdiren, hatta kaçırtan sonuçlarını da özetlemiştik. Pazartesi günkü üçüncü yazımızda da, diğer önemli nedenlere değineceğimizi söylemiştik ya; şimdi onlara değinelim.

UZUN VE İNCE ELYAFLI PAMUĞA YÖNELMEDİK

1950’lerin, 1960’ların yurt içi ve yurtdışı pazar beklentilerine cevap verebilen pamuklarımız zaman içinde bu niteliğini adım adım kaybetti. Yerli pamuğumuzun yerini alan Akala, Queen Caroline ve Deltapine Upland gibi türler, özellikle, gelişen sulu tarımla bir süre daha idare ettiyse de 1970’lerin sonuna doğru bunlar da yetersiz kaldı. Zaten daha önce anlattığımız nedenlerle Adana’daki dev iplik fabrikaları da bir bir kapanırken, yurtdışı talepler de azalınca çiftçi ekim alanlarını giderek azalttı. Çalışmayı sürdüren görece modern fabrikalar hammaddelerini daha uzun ve daha ince elyaflı Bergama, Söke, Suruç, Hatay, Iğdır, Antalya ve Maraş  bölgelerinden sağlamaya başladılar. Kaldı ki, daha sonra kurulan tesislere bu yöreler de hitap edemeyince Mısır, Amerika, Orta Asya ve Sudan’dan dışalıma yöneldiler. Halbuki topraklarımızda Del Cerro gibi çok uzun lifli pamuk denenmiş ve son derece nitelikli ürün alınabilmişti. Ne var ki, o ürüne değerini verecek alıcı bulunamadığı için ekiminden vazgeçilmişti. Devam edilebilseydi, günümüzde tıpkı eski yıllardaki gibi ihya olabilirdik.

Üzülerek belirtiyorum; koskoca Çukurova Üniversitesi bu alanda hesap veremeyecek kadar ihmalkar ve basiret dışı davranış göstermiştir. Bilinçsiz sulama, zararlı böceklerle mücadele gibi konularda yol gösterici olurken, asıl önemli tarafını gözden kaçırması asla affedilemez.

TEKNOLOJİYE UYUM SAĞLAYABİLSEYDİK

Adana’daki tesisler Türkiye’de kurulu toplam iplik üretim kapasitesinin  yüzde 70 kadarını oluştururken kurulmuş tesislerin en yenisi dakikada 12 bin devir yapan tezgahlara sahipti. Ancak tekstilde teknolojik gelişme çok hızlıydı. Kısa süre sonra devir sayısı 20 binleri geçti. İç ve dış Pazar da daha ince iplik aramaya başlamıştı. Adana pamuğu artık ancak “Harc-ı alem” diyebileceğimiz dokuma ürünlerine yetebiliyordu. Alıcı azaldı, tabii ekim alanları da daraldı. Pamuk artık para getirmiyordu. GAP Pojesinin devreye girmesi de tuzu biberi olmuştu.

SARI KOZA’MIZI BİR KORUYABİLSEYDİK

Bugün dünyanın en ileri ülkelerinde anadan doğma renkli pamuk üretimi için yapılan araştırmalara inanılmaz paralar harcanıyor. Halbuki bizim Karaisalı topraklarımızda daha düne kadar Sarı Koza  dedikleri doğal rengi kavuniçine dokunan sarı renkli pamuğu vardı. Kirmen denilen el çıkrığında eğrilen iplik ham olarak tezgaha alınır, yine ham beyaz iplkle dokunurdu. Savan yapımının temel işlemiydi el tezgahlarında yapılan bu tür dokuma. Pek çok evde bugün bile sarı-beyaz çizgili Karaisalı savanlarımızdan bulmak mümkün, fakat artık o pamuk yok. Kısa lifli ve düşük verimli olduğu için bırakılmış. Karaisalı’da çok aradım; tek bir çiğit bile bulamadım. Bu da, koskoca Üniversitemizin büyük ayıbı olarak tarihe geçecektir.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor