PAMUKATTIRANCI

(İstek üzerine, daha önce yayımladığım yazıyı tekrarlıyorum).
Çocukluğumun Adanasında bildiğimiz tek yatak-yorgan-yastık malzemesi pamuktu. Zaman içinde lifler birbirine yapışınca keçeleşir, yumuşaklığını yitirirdi. Bu haline annem “Kıtıklaşmış” der ve hallaç Mehmet Emmi’nin yolunu gözlerdi. Mehmet Emmi o gün değilse, bir gün sonra mutlaka geçerdi sokağımızdan. O da, diğer meslektaşları gibi her 20-30 adımda bir “Hamatrooan!..” diye bağırırdı. Yıllarca hamatron sözcüğünün nasıl oluştuğunu düşündüm ve ancak ileri yaşlarda çözdüm.
Hallaçlar seneler önce bu işe başladıklarında müşteriyi haberdar etmek için “Hani ya pamuk attıraaan!”diye bağırmış olmalılar. Bu sözcükler zaman içinde eğilmiş, bükülmüş ve “Hamatrooan!” diye tek bir sözcük olmuştu bence. Bunları hep “hamatroncu” olarak anımsarım. Fakat pamuk attıracak hanımlar “Pamukattırancııı!” diye çağırırlardı.
Kıtıklaşmış, ya da daha anlaşılır bir ifade ile keçeleşmiş pamuk bunların kirişinden geçince dalından yeni koparılmış gibi olur ve yatak-yastık-yorgan yeniden keyifle kabarırdı. Hamatroncu, lif lif yumuşattığıpamuğu yatak, yorgan, yastık kılıflarına doldurup yorganı usulünce diktikten sonra tezgâhını toplayıp ayrılırdı.
Affınıza sığınarak, bizim pamukattırancımız Mehmet Emmi ile ilgili eski bir şiirimi paylaşıyorum bugün.
HAMATROAN
Bence pamuk atanlar “hamatrooan” diyorlardı
Meğer “pamuk attıraaaan” demek istiyorlardı
Yıllar sonra birini görünce, çalışıyor,
Önünde ak tüy gibi, yığınlar uçuşuyor
Eski “hamatroncular” canlandı anılarda,
Ne kadar çok geçerdi, “pamuk attıranlar” da…
Benim için pek mühim ve pek zor icraattı,
Pamuk atmak adeta, müzik gibi sanattı
Şaka değil; gerçekten, her biri bestekârdı
Her birinden ayrı ses, ayrı nâğme çıkardı
Görmeden de bilirdim bizim Mehmet Emmi’yi,
Ancak o çıkarırdı, böyle güzel nâğmeyi.
Erken gelip oturur bizimle kahvaltıya,
Tereyağ, peynir, zeytin; başka şey bilmezdik ya!..
Dürüm yapardı hep de, lokma lokma yemezdi,
Sanki evden biriydi, yabancılık çekmezdi.
Sigara molasında, merhum anam gelirdi,
Çayını, kahvesini saygı ile verirdi
Bazen de otururdu; ne sohbetler ederdi,
Anlıyorum ki şimdi, ağırlamaktı derdi…
“Küçük, mektebi asmış, kızın çeyizi hazır,
Oğlan askerden dönmüş; atmış nişanı hınzır,
Demokratlar hâlâ da fiyatı arttırıyor,
Halkçılar ayaklanmış, Paşa dayattırıyor,
Üç buçuğa çıktı et¸ fukara ne yapacak?
Çimento Fabrikası? Boş ver, saman yakacak!..
Duydun mu, filan zengin, kızına düğün yapmış,
Hayredecek mi bakim, kim bilir kimi çarpmış?”
Böyle, uzar giderdi, daldan dala sohbetler
Gerçekten bir başkaydı, o zaman muhabbetler…
Mehmet Emmi yeniden yakalardı tokmağı,
Uçuşurdu havada, tül-tül elyaf yumağı….
Bugünkü “Hamatroancu”, neler de hatırlattı,
Yıpranmış anıları, ütüledi, parlattı…
Çelmeoğlu eskiye bu kadar derin dalma
Geçti o güzel yıllar, artk kapılıp kalma.