PARASINI ÖDEDİKLERİ PARA BEŞ PARA ETMEDİ VE ATILDI

BEŞİNCİ BÖLÜM

 

O günlerde Yunanistan’ın Kralına, Kraliçesine, Saray Naibine, aşçılarına ve sarayın önünü temizleyen çöpçüsüne, askeriyedeki kurmaylara ve dahi erat ile bilumum basın mensuplarına sorulsaydı:

  • İstanbul artık sizin mi?

Kesinlikle şöyle cevap alınırdı:

  • Elbette bizim. Yüzde yüz değil, yüzde on milyon bizim. Ayrıca Ege Bölgesinin yarısı ile Karadeniz Bölgesinin yemyeşil sahil şeridi de artık bizim…

Haklıydılar. Çökmüş, bitmiş bir Osmanlı Sevr ve Modros Silâh Bırakışma anlaşmalarıyla neredeyse yok olmuş. Önyargılı haritalara göre İç Anadolu’nun kıraç bölgelerindeki birkaç kente hapsedilmiş çoğu yaralı, savaş engellisi erkekleri olan perişan toplum. Elde yok, avuçta yok. Askeriyenin tüm silahları müsadere edilmiş. O durumda, Yunanistan, hele bir de Avrupalı ağababalarından destek de görünce, böyle inanmasın da ne yapsın.

BASTIR PARAYI AL YENİ PARAYI

Bu inanç ve kendilerince altı dopdolu güvenle, çok yakında sahiplenecekleri(!) İstanbul’la yepyeni bir ufka gitmeye hazırlanıyorlardı. Zaferi taçlandırmak için de, 500 Drahmilik derin anlamlı banknot bastırmak üzere Amerika’yla görüşüp anlaştılar. Özenli çalışma ile arka yüzünü kaplayacak biçimde minaresiz Ayasofya gravürü hazırlandı.

Para basılırken, Anadolu’da kimselerin, hatta bazı Türklerin de beklemediği mucize destanların yazılmasına başlanmıştı bile. Sakarya Savaşı belleri kırdıktan sonra o en büyük mucize, yani Başkomutanlık Meydan Savaşı bir süre kâbus gibi algılandıysa da sonunda neyin ne olduğu anlaşıldı. Eee, bu kadar beş yüzlük Drahmi ne olacaktı? Kullansalardı, resmen alaylık, hatta komik duruma düşerlerdi. Velhasıl, para verip yaptırdıkları para artık beş para etmiyordu ve yakıp yok edilerek RUHSAL YIKIMI sineye çekildi.

YUNANİSTAN’IN BEKLENTİLERİ

Anadolu’ya gelirken ve geldikten sonra ciddi hazırlıklar yapılmıştı. Bekledikleri kesin galibiyetten(!) sonra nereye kimleri yönetici yapacaklarından tutun, hangi çiftliklerin ve işletmelerin nasıl idare edileceğine kadar plânları hazırdı. Zaten girişlerinde herhangi bir kayda değer direniş olmamıştı ve bir süre her şey plânladıkları gibi yürüyordu. Zaman içinde, DİB Ali Erbaş’ın ziyaret ettiği ve “Keşke Yunan kazansaydı” diyen Fesli Kadir gibi figürler istilâcılara gizli gizli bilgi vermeye başladı. O zaman, inanmak zor gelse de, Türklerin yavaş yavaş toparlandıkları ve nereden geldiği belli olmayan silâh ve mühimmatla 1898-1899 ve 1920 doğumluları askere çağırdıklarını öğrenince hafif şiddette telâşlanıp yeni düzenlemelere giriştiler. Ne olur ne olmaz, Afyon Bölgesini tamamen korumaya aldılar. Dikenli tellerle çevrili alanlara makineli tüfek yuvaları ve topçu mevzilerini düzenlediler. Geri çekilme durumunda Kuzeydeki İlbulak Dağı merkez kabul edilerek İkinci bir mevzi, hatta Dumlupınar-Toklusivrisi güzergâhında üçüncü mevziyi hazırladılar. Zaten İzmir-Afyon-Eskişehir tren hattı ile Mudanya İskelesi ellerindeydi. Uçakları, 4000’i aşkın kamyon ve motorlu araçları ile, kendilerince, tartışılmaz üstünlükleri vardı. İngiliz Casusları da günlük değil, neredeyse saatlik bilgi ulaştırmaktaydı. Ne var ki, daha önce Ulu Önder’in anlatımında da belirttiği gibi, bizimkiler güçlerini gizliyor ve harekât plânlarını sır olarak saklıyordu. Büyük Taarruz’un hemen öncesine dek bu plânları sadece Atatürk, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı cepheleri Komutanı İsmet Paşa biliyordu.

İşte, özetlerle vermeye çalıştığımız bu atmosfer içinde Yunanistan yönetimi zaferden emindi ve minaresiz Ayasofya gravürlü parayı bastırırken en ufak bir kuşku duymamıştı.

YARIN: BİRKAÇ İNCE AYRINTI DAHA VAR

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor