POSTACILARI ÖZLEDİM

Daha yolun başına girerken sokağın neredeyse tamamında heyecan dalgaları yükselirdi. Asker anneleri, postacıları adeta kutsalmış gibi değerlendirir, daha dün gönderdiği mektuba sanki bugün cevap gelecekmiş gibi sürpriz beklerdi. Her sokağın değilse de, her iki-üç sokağın bir postacısı vardı sanırım. Büyük postaneye ulaşan binlerce zarf, kalabalık kadro tarafından semtlere, mahallelere ve sokaklara göre ayrılarak ilgili dağıtım birimine ulaştırılırdı.
İki postane bilirdim; Büyük Postane ve bize yakın olan Eskiistasyon Postanesi. Eskiistasyon Postanesi Döşeme Mahallesinde, önce doğumevi, sonra dar-ül aceze olan üç katlı büyük binanın arkasındaydı. İki katlı, acı sarı badanalı binanın üst katı müdür lojmanıydı. Zemin kattaki salonun iki yanında ikişer oda bulunmaktaydı. Müdür Beyin makamı sağ arka odadaydı. Birincisi ise hemen her türlü işlemin yapıldığı görevli odasıydı. Pul buradan alınır, ağır zarflar burada tartılır, paketler burada teslim edilip buradan alınır ve telefon bağlantıları da buradaki görevli tarafından sağlanırdı.
Sol taraftaki odaların birincisi müvezzilere, yani dağıtıcılara, bir yani daha yazalım, halk tabiriyle postacılara aitti. Büyük postaneden çuvallar içinde gelen gönderiler burada sokaklara göre ayrılır ve en sonunda da kapı numaralarına göre sıralanırdı. Postacı sokağa girdiği zaman bir sağa, bir sola yönelerek yürütürdü işini.
ELT-ACELE-YILDIRIM
Mektuplar, kentlere göre en çok trenle sevk edilirdi. 1950’leri söyleyeyim, normal mektup için 15 kuruşluk, uçak posta için 25 kuruşluk pul alıp yapıştırırdık. Ayrıca, 40 kuruşu veren taahhütlü, yani ulaştırılması garanti edilmiş mektup gönderebilirdi. Bunun bir üstü de, 60 kuruşluk iadeli-taahhütlü olanıydı. Bu sonuncusu için ayrıca form doldurmak gerekiyordu. Bu form, mektubu alanın imzası ile birkaç gün içinde göndericiye ulaştırılırdı.
Daha acil haberleşme gerektiğinde telgrafa baş vurulurdu. Bu da üç türlüydü; ELT, Acele ve Yıldırım… Ücreti, adres dahil, sözcük sayısına göre saptandığından genelde çok kısa olurdu. Gişeye verilen mesajlar sıraya konulurken en önce yıldırım olanları ardından aceleler ve nihayet zaman bulundukça ELT’ler çekilirdi. Hangisi olursa olsun, gelen telgraflar vakit geçirilmeden alıcısına ulaştırılırdı.
Bir de zamanlı telgraflardan bahsedelim… Bunlar, daha çok törenler için kullanılırdı. Örneğin, üstünde “Müddetli… 30 Şubat günü Adana Çiftçi Birliği Düğün Salonuna Saat 20:30’da verilecek” diye yazılmışsa, o mesaj hakikaten de o gün, o saat, o dakikada alıcısına ulaştırılırdı. Tabii biri yanılıp da 30 Şubat yazdı ise zaten öyle bir tarih olmadığı için parası yanardı.
BAKKALLAR-SEYYARLAR
Her semtte bazı bakkal veya inhisar bayileri (tekel satıcıları) aynı zamanda mektup kabul etme yetkisine sahipti. Pulu yapıştırılan zarflar, bu dükkânların bir yanındaki metal PTT kutusuna atılır ve her gün iki kez, özel görevli tarafında toplanıp postaneye ulaştırılırdı. Görmedim ama, eski belgelerde rastladım, köylerde, bucaklarda görevli, hem alan hem de dağıtan seyyar postacılar varmış.
Genelleme yapalım; askerler, akrabalar, arkadaşlar birbirleriyle mektup yoluyla haberleşirdi. Telgraf çok özel durumların aracıydı. Telefon ise nadiren akla gelirdi. Çok acil durumlarda görüşmek gerektiğinde, karşı kentteki tanıdığınızın adını, adresini verip beklerdiniz. Karşı kentteki postane, verdiğiniz adresteki kişiye ulaşıp postaneye davet ederek bağlantıyı sağlardı. Buna davetiyeli konuşma denilirdi ve ortalama iki-üç saatlik süre içinde bağlantı kurulabilirdi.
İnanır mısınız, postacıları özledim. O özlemle dilime takıldı öğrendiğimiz şarkı: Bak postacı geliyor, selam veriyor/ Her kes ona bakıyor, merak ediyor….