PROF. ARIDOĞAN’IN KONUŞAN TAŞLARI ‘BOL BOL SU’ ÖNERDİ

(BÖLGE ÖZEL)-Alıştığım bilimsel sunumlardan çok farklıydı, Bir kere, tıp profesörü olarak Lâtince sözcük kullanmaması dikkat çekti. Her kademedeki, reşit her yaştaki vatandaşın rahatça anlayabileceği duru bir Türkçeyle yaptı sunumunu. Anlattıklarını destekleyen görsel ve somut materyallerin özenle seçildiği de gözlerden kaçmadı elbette.
Etkinlik, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi’nin Kültür Evi’ni dolduran meraklılar tarafından ilgiyle takip edildi. ÇÜ Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı eğitmenlerinden Profesör Dr. İbrahim Atilla Arıdoğan sunumuna Arkeoloji dalından seçilmiş ve her biri kendince mesaj veren örnekleri anlatarak başladı. Ardından da, başta böbrek ve bağlı organlar olmak üzere, insan vücudunda oluşabilecek taşları ele aldı.
HERKESE MUKARRER
Anlattıkça öğrendik ki, hiç kimse “Bende taş yok” dememeli. Çünkü bazı taşlar kendini hissettirmiyor, bazıları da ciddi rahatsızlık vermiyor. Atilla Hoca’ya göre en fenası de kendini gizleyen taşlar. Tanı ve tedavide başarı için öncelikler taşın bulunduğu yer ve daha da önemlisi cinsini belirlemek gerektiğini söyledi Arıdoğan. Günümüz teknolojisiyle, bu konular artık “Kolay” grubunda sayılabiliyor. Yeter ki tanıda gecikme olmasın. Yani ki, önemli olan, insanın kuşkulandığı anda her olasılığa karşı en azından ultrasona baş vurması. Ultrason rahatsızlık vermeyen, kolay, ve sonucu hemen alınabilen sistem. Bundan sonrası, gerekli ise, uzman kontrolüne girmek.
Dikkat edilmesi gereken bir önemli nokta daha; “Oh be, taş düştü, kurtuldum” demek de yanıltıcı olabilir. Zira oluşumunu tekrarlayan taşlar da var. Bu durumda olanların, kendilerine yapılacak tıbbi öneriye göre, 6 ayda veya yılda bir ultrason kontrolü yaptırmaları gerekli.
700 GRAMLIK TAŞ
Atilla Hoca örnekleri anlatırken görüp de inanmakta zorluk çektiğimiz 700 gram ağırlığında, 15 santim yüksekliğinde kocaman bir taşı gösterip, “Bunu böbrekten aldık. Tabii o böbreği de almak zorunda kalmıştık” dediği anda meraklı izleyiciler “Hasta sağ kaldı mı?” diye sordular. Hoca da, “Evet, takibe aldığımız kişilerdendi, 8 yıl sonra vefat etti; böbrekten değil, kalp krizinden…” dedi.
Bu arada kendiliğinden düşebilecek, basit müdahalelerle kurtulabilinecek ve üçüncü şık olarak da operasyon gerektiren taşlar konusunu da dile getirdi.
SU, İLLA DA SU!..
Tıp konusu, içinde olmayanlar için yanılgı ve yanlışa yöneltebilir. O nedenle de, her ne kadar çok başarılı ve açık anlatımlı sunum da olsa, benim burada ayrıntılara girmeye cesaretim yok. Fakat rahatlıkla söyleyebilirim, Profesör Arıdoğan sık sık “Suyu bol bol içmeliyiz. Günde en az 2 ile 3 litre arasına olmalı. Önemli bir notum var; kola, çay, ve sair meşrubat gibi içecekler suyun yerini tutmaz” diye uyarılarda bulundu. Deneyimli Hocamızın dediğine göre, su, hem taş oluşumunu engelleyebilir veya büyümesini önleyebilir, hem de oluşmuş taşın erkenden, kendiliğinde düşmesini sağlayabilir. Üstelik, su, sadece böbrek ve bağlı organlar için, vücuttaki tüm organlar için yaşamsal önem taşıyor. Ben şahsen bu söylemlerden sonra içtiğim su miktarını arttırdım.
Duruma göre son derece tehlikeli olayları anlatırken bile izleyenleri ürkütmeden yaptığı konuşma sonunda sempatik hocamız, fazlasıyla hak ettiği teşekkür yağmuruna tutuldu. Bir teşekkür de, naçizane bizden…