PROFESÖRLER KOĞUŞU

Cezaevindeki ilk mekanımız olan İşçi Koğuşunda on gün kadar kaldıktan sonra 6 kişiden oluşan bizim grubu bu koğuştan alıp cezaevinin mutfağı ile kilerinin açıldığı avluya bakan özel bir odaya naklettiler.

Nedense bizi diğer tutuklularla bir arada tutmak istememişler ve o güne kadar erzak deposu olarak kullanılan bu odayı sıvayıp boyamışlar, karyolalar koyup pencerelerine perdeler takarak bizim için özel bir koğuş haline getirmişler.

Sonradan tutuklular ve cezaevi görevlileri tarafından “Profesörler Koğuşu” ismi verilen bu koğuş biz tahliye edildikten sonra tutuklanan zengin iş adamlarına ev sahipliği yapmış. Burası içine altı adet madeni karyolanın kurulduğu büyükçe bir odaydı.

İlk konulduğumuz İşçi Koğuşunun aksine, gündüzleri mutfak görevlileri ile ayak işlerini gören çocuk mahkumlarla paylaştığımız avluya 24 saat çıkabiliyorduk. Odamızın yanında tek kişilik alaturka bir tuvalet vardı, banyomuzu da bir kovada ısıttığımız suyla bu tuvalette yapıyorduk, ki bu cezaevi koşullarında büyük bir lükstü.  Yatak odasında bizim gruptan başka kimse olmaması ve bahçeye açılan kapımızın gece-gündüz sürekli açık tutulması cezaevinde hiç beklemediğimiz bir ayrıcalıktı.

Ayrıca, yemeğimizi dilediğimiz zaman ve dilediğimiz kadar yiyebiliyor, çocuk tutuklulara odamızı ve avlumuzu temizletiyorduk.  Hatta, bir gün etli patates yemeğinin içinden seçtiğim pişmiş etleri, gasptan 24 yıla hükümlü şef aşçı Hanefi’ye verip, bununla  arkadaşlarıma fırında tavuk ziyafeti bile çekmiştim.

Bu arada arkadaşlarımız ve akrabalarımız bizi ziyarete geliyor, savcılıkta ve sorgu hakimliğinde bize soru sorulan konularda savunmamıza yardımı olabilecek belge ve bilgileri getirtip bunlar üzerinde çalışıyorduk. Avukatlık vekaleti vermiş olduğum Prof.Dr Uğur Alacakaptan cezaevine gelmiş ve bizimle uzun bir görüşme yaptıktan sonra savunmamızı hazırlamaya başlamıştı.

Adana belediye Başkanı Avukat Ege Bagatur da bir gün cezaevine geldi ve ücret almamak koşuluyla beni savunmak istediğini bildirdi; ona da vekalet verdim.  Ayrıca, İstanbul’daki aile firmalarımızın hukuk müşaviri olan avukat Mesut bey de vekaletimi almış dosya üzerinde çalışıyordu.

NİHAYET İDDİANAME HAZIRLANIYOR VE DURUŞMALAR BAŞLIYOR 

Cezaevine girişimizden bir süre sonra Sıkıyönetim Mahkemesinde hakkımızda ceza davası açıldı ve avukatımız Uğur Alacakaptan dosyadaki evrakın fotokopilerini aldırıp bize gönderdi. Dağ fare doğurmuş, polislerin hazırladığı fezlekede öne sürülen 22 suçtan yirmi biri savcılık tarafından elenmiş ve hakkımızda tek bir suçtan dava açılmıştı: arkadaşlardan Beyazevler semtinde bulunan Mühendislik Fakültesinde görev yapan yöneticiler solcu öğrenciler lehine, sağcı öğrenciler aleyhine işlemler yapmakla suçlanıyor, benim de aralarında bulunduğum Akademi Merkez binasında görev yapan  arkadaşlar ise Mühendislik Fakültesi yönetiminin suç işlemesine göz yumarak görevi ihmal suçunu işlemekle suçlanıyordu.

Mühendislik Fakültesi yöneticilerinin suç işlemediğini ispat edebilirsem benim de suçsuzluğum ortaya çıkacağı için bir yandan o konu üzerinde çalışıyordum; diğer yandan ise o arkadaşlar üzerlerine atılı suçu işlemiş olsalar bile benim bu suçla bir ilgimin ve bilgimin olamayacağını kanıtlamak için çalışma yapıyordum.

Mühendislik Fakültesi Dekanı Agah Adak ve Dekan Yardımcısı Güneş Arıkdal’dan suçlamalara karşı bilgi ve belge istediğimde, Agah Adak bana hiç bir belge veremeyeceğini belirtmiş, Güneş Arıkdal ise melankolik bir halde kendini bile savunamaz hale düşmüştü. Bu durumda, iş başa düşmüştü.  Evden bir daktilo makinesi getirttim ve hazırladığım notları daktiloyla yazmaya başladım.

Nihayet, ilk duruşma tarihi açıklandı, ardından dört gözle beklediğimiz gün geldi ve bir gün önceden banyo yapıp uykusuz bir geceden sonra tıraş olup giyindik ve mahkeme salonuna götürülmeyi beklemeye başladık.

İlk duruşmada tahliye olacağımıza inandığımız için müthiş bir heyecan içindeydik. Saat 08.30 civarında isimlerimiz anons edildi ve Kapı Altına gitmemiz istendi. Savunma için hazırladığımız dosyaları alıp Kapı Altı denilen cezaevi giriş kapısının açıldığı sahanlığa geldik.

Burada  jandarmalar kelepçe kalmadığını belirterek,  bizi zincirlerle ikişer ikişer kelepçeledi. Bir süre sonra, ikişerli halde kelepçelenmiş 15-16 genç bizim bulunduğumuz sahanlığa getirildi, bunlardan bir kısmı bizim arkadaşlardan Mühendislik Fakültesinde görev yapanların bir kaçını tanımış hatırlarını soruyorlardı.

Bunların Dev-Yol davası sanığı üniversite öğrencileri ile çeşitli okulların öğretmenleri olduklarını, aynı gün onların da duruşması olduğu için aynı araca bindirilmek üzere getirildiklerini  öğrendik. Daha sonra, bir genci iki eli önden kelepçeli şekilde getirip karşımızdaki gençlerin yanına bıraktılar. Elindeki tespihi sinirli bir şekilde sallayan bu gence diğer gençler hal hatır sordular, ona karşı saygı gösteriyorlardı.

Bulunduğumuz yere gelen cezaevi jandarma bölük komutanı yüzbaşı sonradan getirilen gence elindeki tespihi cebine koyması için ihtarda bulundu fakat o genç yiğitsen gel de al diye sert bir cevap verdi. Yüzbaşının bir işareti üzerine jandarma erleri gencin üzerine atıldılar ve tespihi almaya çalıştılar. Boğuşma sırasında tespih kırıldı ve taneleri yerlere saçıldı. Genç bu kez de “İtlerini ellerim kelepçeliyken üzerime salıyorsun, yiğitsen kendin gelseydin ya” diye bağırarak isyankarlığını sürdürdü.

İDAM MAHKUMU YALANCI ŞAHİTLİK YAPAR MI?

Hazırlıklar tamamlanmış, yola çıkma zamanı gelmişti. Önce bizim grubu, sonra da gençleri cezaevi arabasına bindirdiler. Yola çıktıktan sonra yanımda oturan jandarma çavuşuna  isyankar gencin kim olduğunu sorduğumda onun idama mahkum edilmiş Mustafa Özenç adlı biri olduğunu öğrendim.

Akademiye bağlı Mühendislik Fakültesi öğrencisi olup, Tarsus Karabucak ormanlarında yakalandıktan sonra götürüldüğü Tarsus’taki jandarma karakolunda belinde saklı tabancayı çekip iki astsubay, bir bekçi ile bir jandarma erini yaralamış, yaralılardan ikisi ölmüştü.

Daha sonra Adana’da bir öğretmen arkadaşının evinde ihbar üzerine tekrar yakalanan, tek celselik bir duruşmada  idama mahkum edilen bu gencin emniyette aleyhimizde verdiği 5-6 sayfalık bir tanık ifadesi dava dosyamızın içinde bulunuyordu.

O gencin ifade tutanağını okumuştum ama kim olduğunu ve hele de idama mahkum edildiğini bilmiyordum. Tamamı yalan ve iftiralarla dolu olan bu ifadenin bir idam mahkumu tarafından verilmiş olması aleyhimizde çok önemli bir kanıt oluşturacaktı. Yanımda oturan ve cezaevinde ahbap olduğum jandarma çavuşuna bu gençle konuşmama izin vermesini rica ettim. Çavuşun izin  vermesi üzerine aracın arka bölümünde oturan gence kendimi tanıttım ve yanıma gelmesini, kendisiyle konuşmak istediğimi bildirdim.

Yerinden kalkıp yanıma gelen bu gence bizim hakkımızda ne biliyorsun ki aleyhimizde çok ağır ama tümüyle yalan ifade vermişsin diye sordum. Onunla biraz konuşunca aleyhimizde nasıl bir komplo kurulmuş olduğunu anlayıp dehşete kapıldım. Mustafa Özenç’in anlattığına göre, Adana’da bir öğretmen arkadaşının evinde polisler tarafından yakalanmış.

Kendisiyle birlikte evin sahibi olan öğretmenle eşini de gözaltına almışlar. Mustafa Özenç “Ev sahibi öğretmen arkadaşım benim kim olduğumu biliyordu ama eşi gerçek kimliğimi bilmiyordu;  Kadın beni eşinin hemşehrisi bir öğretmen sanıyordu, o suçsuzdur” deyip kadının serbest bırakılmasını istemiş.  Bir gün gözleri bağlı şekilde konulduğu  odaya gelen bir yüzbaşı bu gencin öğrenim gördüğü Mühendislik Fakültesi ile fakültenin bağlı olduğu Adana Akademisinin bazı öğretim üyeleriyle yöneticilerinin gözaltında bulunduğunu, onları idama bile götürmeye yetecek kanıtların mevcut olduğunu bildirmiş.

Ancak, onlar hakkında hazırlanan bir ifade tutanağını tanık sıfatıyla imzalaması halinde, yakalandığı evin sahibi olan hanımı serbest bıraktıracağını bildirmiş. Başlangıçta gençten olumsuz yanıt alan yüzbaşı, birkaç kez gelip aynı isteği dillendirdikten sonra onu ikna etmeyi başarmış ve hazırladığı ifadeyi okunmasına izin vermeden, gözleri bağlı halde  imzalatmış. Ne var ki, yüzbaşı bu gençten istediğini aldıktan sonra sözünü tutmamış ve o hanımı serbest bırakmamış.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra, yüzbaşı tarafından oyuna getirilip aldatıldığını belirtti ve “Hakkımda idam kararı verildi, idam kararının Milli Güvenlik Konseyinde onaylanmasını, dolayısıyla idam edileceğim günü bekliyorum.  Bugün başka bir dava için beni mahkemeye götürüyorlar. Mahkemeye gidince avukatınıza söyleyin, hazır ben de mahkeme binasındayken sizin davanıza bakan yargıçlar tarafından ifademin alınmasını sağlayın, çünkü ben her an idam edilebilirim ve altında idama mahkum birinin imzası bulunan bu yalan ifade sizin aleyhinizde çok büyük bir delil olabilir” dedi.

İdam mahkumu gence verdiği bilgiler için teşekkür ettim ve Sıkıyönetim duruşmalarının yapıldığı Altıncı Kolordu binasına vardığımızda durumu avukatım Prof. Dr Uğur Alacakaptan’a anlattım.

Uğur hoca mahkeme başkanı olan albaya durumu izah ederek, Mustafa Özenç’in tanık ifadesinin o gün alınmasını  talep etti.  Mahkeme heyeti aynı binadaki başka bir mahkeme salonunda duruşması olan idam mahkumu Mustafa Özenç’i o gün dinlemek yerine bir sonraki duruşmaya çağrılmasına karar verdi.  Ancak, tanık ifadesi vermek üzere çağrıldığı bir sonraki duruşmamızdan günler önce  idam edildiği için  Mustafa Özenç mahkememizde ifade veremedi. Görüldüğü gibi, daha sonraki yıllarda açılan  Balyoz, Ergenekon, İBB ve diğer siyasi davaların provası bize yapılmıştı.

(DEVAM EDECEK)

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor