PULSUZ İSTİDA İSTİDA DEĞİLDİ
Bizler damga puluyla haşır neşri olmuş kuşağın çocuklarıyız. İlkokul bir’den ayrılanlardan tutun, en yüksek mektepleri bitirenler dahil, yaladığımız mürekkep kadar, hatta ondan da çok, pul yalamış vatandaşlarız. Hatta, hiç mürekkep yalamamışlar bile pulun tadını tatmıştır.
Ötekiler neyse de, o on beş kuruşluk damga pulu yok mu , damga pulu!.. Bazen öyle bir bela kesilirdi ki, çaresizlikten ne yapacağımızı şaşırırdık. 15 Kuruş yerine, yüz katı olan 15 Lira şöyle dursun, 15 bin Lira verseniz bile yararı olmazdı.
İlkokulda istida, yani dilekçe yazmasınını öğretmişlerdi.
İki yönü bana hep tuhaf gelmiştir;
BİRİNCİSİ: Valilik Makamına verilecek dilekçenin “Vilayet Yüksek Katına” diye başlaması. Değer yargılarıma göre, kat demek vilayetin ikinci katı, yani bir bina bölümüydü. İnsan değil, içinde insanların, odaların, eşyaların, belki banyo-mutfak gibi müştemilat ögelerinin bulunduğu yer yani.
İKİNCİSİ: “Arz ederim” diye bitmesi. Daha mektep önncesinde bile aile büyüklerimiz “Bir şey isterken rica edeceksin” diye tembihte bulunurlardı. Okulda da aynı telkinle yetiştik. Nezaket ve saygı “rica etmeyi” gerektirirdi. Eee, o zaman bir şey isterken dilekçenin sonu ne diye “Rica ederim” şeklinde değil de “Arz ederim” olarak bitiriliyordu?
Ne ise, şimdilik bunları da geçelim. Yüksek kata yazdık ve arz ettik. Saygılarımızın altına imzamızı attık ve sol tarafa da adresimizi yazdık. Bitti mi? Hayır!.. Asıl zorluk şimdi başlıyor. Çünkü, içeriği ne olursa olsun kağıdın münasip bir yerine 15 kuruşluk damga pulu yapıştıracak ve üstüne tarih ile bir imza daha atacaksınız. “Ne var bunda?” demeyiniz… Hadi şimdi çkın da bulun bakalım 15 kuruşluk damga pulunu. Çok şanslı değilseniz Adana’yı Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya taramak zorunda kalabilirsiniz o pulu bulabilmek için.
Başıma geldi; kardeşimin işi için dilekçeyi hazırladım. Pul için dolaş Allah dolaş, yok!.. Eskiistasyon’dan Büyüksaat’e kadar bir o ana, bir bu yana sormadığım dükkan kalmadı. Allah bilir ya, hızımı alamayıp kasap dükkanlarına bile uğramışımdır. Sonunda hamiyetperver biri “Onbeş kuruşluk yok ama 25 kuruşluk vereyim, işini görür” dedi. Bir daha sordum; cevap,“Hep öyle veriyoruz” oldu. Kafam sonradan işledi; yirmibeş kuruşluk pulun kazancı, ötekinin neredeyse iki katı. Dilekçe hazırlayan biri de on kuruşluk farkı göze alıyor ister istemez.
Öneri iyi de, ben daha ortaokul öğrencisiyim ve cebimde iki onluk, yani 20 kuruş var. Çaresiz eve yöneldim ki, beş kuruş daha tedarikleyip dilekçeye işlerlik kazandıralım.
Bir çok resmi belge gibi, faturalar da pullanmak zorundaydı. Esnaf sırf bu yüzden ufak tefem alışverişlerde fatura vermek istemez, “Canın sağ olsun, fatura keserdim ama pulum yok” bahanesine sarılırdı.
Yukarıda “Şimdilik” kaydı olan konuya dönüyorum; arz meselesine. Bizim önce istida, sonra dilekçe olarak öğrendiğimiz kavramın daha eski şekli “”Arz-ı hal”, yani durumun arzedilmesi, sunulması anlamındaymış. O nedenle de, dilekçe yazanlara halen de “Arzuhalci” deniliyor. Doğrusu “Arz-ı halci” olmalı ama, artık öyle yerleşmiş. Zaten arzuhalciyi de tek tük görebiliyoruz artık.