REMİNGTON (1950’lerin en ünlü daktilo markası)

Bugünkü yazımı 1970’lerde Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde öğrenim gören, halkın sorunlarını kendilerine dert edindikleri için kurşunlara hedef olan, coplanan, dayak yiyen, derslerde geçmesi gereken zamanlarının çoğunu gözaltında veya cezaevinde geçiren öğrencilerime ithaf ediyorum.

Gecenin karanlığında ay sanki sabahki güneşle yarışırcasına ışıklarıyla bezerken şehri ılık bir sonbahar akşamında, Yağmur gene annesinden gizli gizli misket oynuyordu evlerinin balkonunda.  Annesi kızardı, çünkü geçen apartman toplantısında alt komşudan gürültü oluyor diye şikayet almışlardı. Yağmur’un iki tutkusu vardı: sıkıcı okulun bahçesinden evlerine arkasından atlı kovalarcasına koşup daha üstünü bile değiştirmeden bir önceki gün ütüldüğü bilyeleri geri kazanmak karşı komşularının yaramaz oğlundan; bir de geçen yaz üstlerindeki daireye taşınan Toprak  Bey balkonda daktilosu ile bir şeyler yazarken onu iki adım geriden sessizce izlemek.

Toprak bey 50 yaşlarında, saçlarının çoğu kış akşamlarında sokak lambasının altında parıldayan karlar gibi pırıl pırıl beyazlarla dolu, sol elmacık kemiği içeri çökük ve sol gözü yarı kapalıydı.  Yağmur özellikle de gözünü kaybediş hikayesini dinlemeyi severdi Toprak Bey’den, Toprak  Bey de ayrı bir haz alırdı Yağmur’un meraklı ve şaşkın bakışlarını görmekten o hikayesini anlatırken.  Yağmur her sabah güneş doğmadan kalkardı yatağından ve beklemeye başlardı Ümran Hanımın sitemkar ve zaman zaman da iç yaralayıcı sözlerini, Toprak Bey idi tabii ki bu sözlerin hedefi.  Yağmur bu sözlerle beraber başlardı hemen üstünü giyinmeye;  geç kalmamak için bazen Ümran Hanım’ın ilk cümlesinde fırlardı Yağmur, annesinin her gece yatmadan önce ütüleyip okul önlüğünü koyduğu dolaba.  Ümran Hanım Toprak Bey’e nazaran daha dinç bir görünüme sahipti; üstelik, kendi kafasının dikine giden bir yapısı vardı, öyle ki, babasının ölüm tehdidine bile aldırmadan Toprak Bey’le evlenmişti.  Çok zaman geçmeden hem Toprak Bey hem de Ümran Hanım anlamıştı aralarındaki aşkın tükendiğini; onlarınki biraz başkaldırı biraz da macera kokulu bir hevesle başlamıştı zaten.

İlk Ümran Hanım fark etmişti Toprak Bey’i okullarının kantininde; Toprak Bey gene bir grup arkadaşıyla elleri sopalı, kendilerini ülkenin tek sahipleri sanan bir gruba cevap niteliğinde bir konuşma yaparken.  Ümran Hanım , Toprak Bey’i görür görmez çarpılmıştı. Toprak Bey’in uzun,  yapılı vücudu çıktığı kürsünün üzerinde bütün heybetiyle yükseliyor,  limonlu esmer saçları pırıl pırıl parıldıyor, küçük yeşil gözleri kendisine kaldırılmış sopalara inat insanüstü bir gururla kurşun gibiydi. Ümran Hanım tam “kim bu genç” diye arkadaşlarına soracakken bir anda  polislerle doluverdi kantin ve göz açıp kapayıncaya kadar ortalık savaş alanına döndü.  Ümran hanım o günden sonra bir türlü unutamamıştı Toprak Bey’in o kurşun gibi gözlerini.  Hemen Toprak Bey’le  tanışmak için arkadaşlarını ayarladı, bir Cuma günü kantinde beraber oturdular, Yağmur Bey’in kurşun gözleri adeta eriyordu Ümran Hanım’ın alev alev bakan mavi gözlerine şafak sarısı saçlarının arasından.  Toprak Bey  hep sıkılı tutuğu yumruğunu ilk kez açmıştı, artık  arkasından ensesine yiyeceği ne bir copa yada sandalyeye aldırıyordu, tek ama tek ideali o şafak sarısı gözlere bir dakika bir saniye hatta bir salise daha fazla tutuklu kalmaktı.  O güzel anlarını bir sopa ya da bir cop değil ama tok sesli, uzun boylu, siyah takım elbiseli bir adam bozmuştu “babanız merak eder küçük hanım, artık gitmeliyiz” diyerek.  Birkaç dakikalığına da olsa gevşeyen Toprak Bey’in yumruğu bir anda gene taş gibi sıkılmıştı masanın üzerinde ama Ümran Hanım’ın yağmurdan sonra toprak gibi yumuşak elleri o taş gibi yumruğa deyince yine gevşeyivermişti.  Ümran Hanım biraz öne eğilerek ve fısıldayarak yarın merdivenin altındaki küçük odada onu bekleyeceğini ve orada daha rahat konuşabileceklerini söyledi ve dudaklarıyla değil ama adeta göz kırpışıyla hoşça kal  öpücüğü verdi, hem de en safından en vurgunundan. Toprak Bey akşam üzeri bir arkadaşından öğrendi ki o alev gözlü kız bir polisin kızıydı, hem de Toprak Bey’in her kavgadan sonra çekildiği Siyasi Şubenin komiseri olan bir polisin.

O günden sonra başlamıştı maceraları, ne Toprak Bey arkadaşlarının uyarılarını dinliyordu ne de Ümran Hanım babasının evlatlıktan ret ve hatta ölüm tehditlerine aldırıyordu.  İkisi de hem aşklarına hem de umutlarına öyle sarılmışlardı ki 4 yıllık okulları 7 sene sürmüştü ama ikisi de bundan mutluluk duyuyordu.

Toprak Bey bazen eziklik hissediyordu mezun olmalarından sonra güç bela kiraya tuttukları evlerine giderken elinde babasından kalma Remington marka daktilosuyla; özellikle de yokuşlarda adeta iyice eziliyor ve içi parçalanıyordu daha iyi bir yaşam verememekten dolayı o yağmur yemiş toprak kokulu sevdalısına.  O da istemiyordu dokunmaya kıyamadığı ellerin soğuk suda çamaşır, bulaşık yıkamasını; bir türlü denkleştirip camcı getiremedikleri için  o soluduğu tek nefese canını vermekten çekinmeyeceği alev gözlü kızın hasta olup yataklara düşmesini.  Ama adliye önünde yazdığı dilekçelerinden kazandığı para ile okuldan arkadaşlarla çalıştıkları dergide haftalık yazdığı yazılardan aldığı para ancak yetiyordu midelerinin yarı da olsa dolu uykuya dalmalarına.  İkisi de iyi birer dereceyle mezun olamamışlardı, çünkü ne Toprak Bey ne de Ümran Hanım düzenledikleri ya da katıldıkları gösterilerden derslere ve sınavlara girmeye pek zaman bulabilmişti; zaten diploma dereceleri pek de önemli değildi çünkü her başvuruda istenilen sabıka sicil evrakında bütün giremedikleri ders ve sınav tarihleri doluydu; altında da şu gün şu yerde iç karışıklık çıkarmaktan gözaltına alınmıştır, düzene karşı gelmiştir, şu kanunun şu maddesine aykırı hareket etmiştir, devletin manevi şahsiyetine hakaret etmiştir…..

Ümran Hanım’ın sesi iyice yükselmişti artık, Yağmur biliyordu ki az sonra kapı gıcırtısı ve onun ardından “78” yılından kalma, her tarafı yamalı ama gururlu, sevdalı, inceden de yüreği gibi ezik Sümerbank yapımı  ayakkabısının talaşta çıkardığı ses duyulacaktı apartmanın içinde, sonra da o ilk kazandığı parayla aldığı ‘sekosu’ Toprak Bey’in dalgalanarak dağıtacaktı apartmandaki kasvetli havayı.  Yağmur mermi gibi fırladı ve kapılarının önünde beklemeye başladı; yanılmamıştı yine: önce Sümerbank yapımı ayakkabının sonra da sekonun ucu göründü merdivenin basamaklarında.  Toprak Bey’in yüzü gene asık hatta  biraz da kırgındı, Yağmur bir anlam veremedi bu surat ifadesine çünkü o sadece Ümran  Hanım’ın sitemlerinden asılmış bir surat bekliyordu.  Toprak Bey basamakları teker teker inerken ellerinde kapıdan çıkarken sildiği gözünün en içten, en katıksız yaşları vardı.  Yağmur şaşkın şaşkın bakakalmıştı Toprak Bey’in her zaman bir bezle kapattığı fakat şimdi açık olan, özgürlük ve bağımsızlık için bağırdığı bir gün havalarda uçan coplardan birinin elmacık kemiğine gelmesiyle kaybettiği gözüne.  Yağmur farkındaydı bu sabah her sabahtan farklı bir şey vardı Toprak Bey’de.

Tamam Yağmur bilirdi, her sabah Toprak Bey kalktığında  Ümran Hanım başlardı Toprak Bey’e bağırmaya, artık daha iyi bir yaşam istediğini ve yaşadıkları yokluktan bıktığını söyler, bir de neden bir işe girmiyorsun diye çıkışırdı Toprak Bey’e ve işte bundandı her sabah o 30 yıllık kasketiyle asık suratını örten bu yorgun adamın neşeden yoksun bakışları ama her ne kadar saklamaya çalışsa da Yağmur’un dikkatinden kaçmamıştı Toprak Bey’in gözlüğünün altında birikmiş ve sanki gurur meselesi yapıp da düşmemiş gözyaşları.  Beraberce merdivenlerden inerken  ikisi de tek kelime etmiyorlardı, hatta Toprak Bey her zaman Yağmur’un omuzuna koyduğu elini bu sefer cebinde tutuyordu, galiba yıllar sonra ilk defa yumruk yapmıştı onu.  Apartmanın çıkışına geldiklerinde Yağmur durakladı çünkü her sabah olduğu gibi Toprak Bey’in ona babasından kalan  tek miras olan  Remington’u ile bir kağıt dolusu yazı yazdıracağını sanıyordu ama Toprak Bey durmadı bu defa, Yağmur “Toprak amca” dedi ama duymadı Toprak Bey.  Bir iki adım arkasında kalan Yağmur’a hafif bir vücut hareketiyle dönüp, ağzında bir şeyler geveleyerek bir adım önce kaldırımın üstüne bıraktığı baba yadigarı Remington’a baktı, ilk damla o anda süzüldü kırık sonbahar yaprağının çatlamış yüzünden akan yağmur tanesi gibi, güç bela ayakta durduğu belliydi artık.

Yağmur şaşkındı hala ve hala bir anlam veremiyordu dantelsiz sehpanın üzerine çizilir korkusuyla koyamadığı daktilosunu toz, is, pas dolu kaldırıma bırakmasına Toprak Bey’in; dondu kaldı oracıkta ta ki bir arabanın tekerleğinden sıçrayan çamur daktilonun üzerine gelinceye kadar.  Toprak Bey umursamadıysa da o kıyamadı, o dergilere özgürlük ve halkı aydınlatmak için yazılan yazıların her vuruşunda alın teri gibi mürekkebi olan daktiloya, belki de bir idam mahkumunu ölümden kurtaran dilekçe için basmıştı Toprak Bey onun tuşlarına belki de bir suç duyurusu için bir aydının daha suikasta uğramasından sonra…

Yağmur, daktilonun üzerindeki çamur kuruyup tuşlarını bozmasın diye eve koşarken gözlerinin önünden Toprak Bey’in daktiloya son bakışı hiç gitmiyordu, sanki çaresizlikten çocuğunu cami avlusuna bırakan bir ana şefkati vardı gözlerinde ve bir o kadar da ümitsizliği. Toprak Bey, her sabah yaptığı gibi, semt karakoluna gitti ve yıllar öncesinden kalma bir iftira yüzünden siciline işlenmiş suçlama için ifade verdi; onu her gittiği başvurudan geri çevirmelerine sebep olan suçlama.  İlk defa o gün fark etti o taptığı kadının şafak sarısı saçlarını babasından aldığını ve o saçlara bakakaldı, kulaklarında değil daha derinlerde bir yerlerde sanki yüreğinde, ciğerinde bir yerlerde “keşke seni hiç tanımasaydım” deyişi yankılanıyordu Ümran Hanım’ın.  Yağmur geç kalmamak için erken çıkmıştı kapının önüne, herhalde ondan duymamıştı bu son cümleyi.  Belki de o cümleyi duysaydı, sitem ede ede silmezdi çamurları da, onun da gözleri dolu dolu olurdu.  Kim bilir  beş mi  altı mı sene geçti o günden sonra, hala haber yok o sekosu, Sümerbank  pabucu yamalı adamdan ama daktilosu -kendi deyişi ile Remington’u-  şimdi Yağmur’un parmaklarından dilekçe yazıyor kim bilir belki bir af dilekçesi mahkemeye, belki de bir uyanış şiiri  dergilere…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor