SAKLAMBAÇ’TA “SOBE” YOK “ÇAYIRBİR” VARDI

Bilen var mı acaba; ne demektir Çayırbir? Böyle bir sözcüğü sözlüklerde aramak nâfile. Çocukluğumuzda oldukça sık kullanır, sık duyardık. Hemen ifade edelim, Saklambaç veya Yumulmaç oyunumuzun anahtar sözcüğüydü “Çayırbir”. Daha da açıklayıcı olsun, şimdiki Sobe sözcüğünün eskiden kullanılan şekliydi.

OYUN ALANLARIMIZ

Zamanımızın zavallı çocukları ya bir odada ya da bir salonda, çoğu kez oturdukları yerde, koşmadan, düşmeden, dizlerini yaralamadan, yaraladıysa tükrüğü ile temizleyip tedavi etmeden yaşıyor. Çok özel olanaklara sahip ise belki bir kiralık sahada veya havuzda vakit geçirebiliyor. O da, eğitimci nezaretinde falan; yarı esaret yani…

Kendi çocukluğumuza gelelim… Adana’nın her yanı; tüm sokakları, parkları, bahçeleri, inşaata kurban edilmemiş bomboş arsaları, oduncu depoları ve hatta sebze bahçeleri emrimizdeydi. İnanır mısınız, takım kurar çift kale maçımızı sokakta oynayabilirdik. Öyle zırt-pırt araba geçmez, hatta geçebileceği akla bile gelmezdi. Yine de, hasbel kader fayton filan geçecek olursa, top neredeyse o noktada bekletilir, müsait an gelince de devam edilirdi. Kale direklerimiz yan yana getirilmiş iki üç irice taştan ibaretti. Topumuz da nadiren top olurdu; turunç, toparlanıp bağlanmış bez veya kâğıt demeti de gerektiğinde top görevi görebilirdi.

ÇAYIRBİRLİK KOŞULLAR

Bütün hazırlık, içimizden birinin “Saklambaç oynıyak mı?” önerisinin kabul edilmesinden ibaretti. Gönüllü veya seçilerek ebe olan çocuk bir kolunu duvara, gözlerini de koluna dayayıp yumulurdu. O andan itibaren de, önceden anlaşılmış sayıya kadar sayardı. Diğer çocuklar da bu sayı süresi içinde gizlenecek yer bulur, yani saklanırdı.

Saklanacak yer mi yok? İşte bakkalın buz kalıplarıyla soğutulan dolabı. Komşulardan birinin inşaat için döktürdüğü kum yığını. Çıkmaz sokak köşeleri. Kapısız avlular. Abid Ağanın yaylı arabası… Ağaçlar… Daha ne olsun. Beğen birini, sakla vücudunu.

Ebe, sayı tamamlanınca, bulunduğu noktayı terk etmemeye çalışarak olası noktaları tek tek inceler. Bazen de gizleneni görüp “Çayırbiiir İsmail çık oradan” diye bağırır. Birer birer yakalamaya çalıştıklarına erişebilmek için bulunduğu noktadan uzaklaşmamaya çalışsa da sonunda birkaç adım uzaklaşır. İşte tam da bu sırada gizlenenlerden biri veya ikisi koşup sarılabilirse ebe başarısız olur. Yok ebe yakalanmaksızın yumulduğu noktaya elini vurup “Çayırbiiiiir” diye bağırırsa, ilk görülen ebe olur…

SOBA MI, SOBE Mİ?

Babamın halka oğlu albaydı. Yıllardır İstanbuldaydılar. Her yıl iki haftalığına kızlarını da alıp Adana’ya gelirdi. Kızlar aşağı yukarı yaşıtımızdı. Saklambaç oynadık. Aaaa!.. Çayırbir’i bilmiyorlar. Bir “Aaaa!..” da bize; biz de Sobe’yi bilmiyoruz. İlk onlardan duyduğumda Soba’ya, İstanbulca Sobe dediklerini düşündüm ama değilmiş. Sobe, sobe’ymiş. Önceleri sadece bizim çevremizde yürürlüğe giren sobe, aylar içinde okullara, okullardan da sokaklara dağıldı. Bir de baktık ki ne çayır-çimen kalmııış, ne de çayırbir.

Heyhat!.. Sobe’nin ömrü uzun olmadı. Çünkü sokaklar işgal edildi. Ağaçlar kesildi. Avlulara birbirinin üstüne binen binalar dikildi. Okul bahçeleri bile küçüldü. Yani, çocuklara meydan kalmadı. Birkaç kuşak daha Sobeledi ve ardından yaşam onları sobeledi. Sokakların tamamı çift kale futbol sahamızdı ya, biden sonrakilerde sahalar masaya taşındı, salonlarda masa topu oynamaya başladılar.

 

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor