ŞAŞKIN FRANSIZ GELDİ DİZE ANLAŞMAK İÇİN VARDI BİZE!
1250 askerlik Mesnil Taburu Pozantı’yı terk ederek tekir üzerinden Karboğazına geldi. Geceyi burada geçireceklerdi. Fakat evdeki pazar çarşıya uymadı. 44 yiğit, sadece 44 yiğit, koca taburu esir aldı.Bu da asla inanılacak gibi değildi. Mucize ötesiydi. Esirlere son derece iyi davranıldı. Belemedik’teki esir eşi de getirilip binbaşıya teslim edildi. Bu dizide Karboğazı Zaferinden sadece bu kadarcık bahsedeceğim. Kısmet olursa, Zaferin Yıldönümünde, Mayıs sonunda detaylı olarak yazmayı düşünüyorum. Çünkü Karboğazı olayı tek başına önemli bir dosya demektir.
ATEŞ KES İSTEDİLER
Bu olay Fransa’yı iyice şaşkına çevirmişti. İstanbul’daki Sarayın Ulusal Güçlere asla etkisi olamazdı. İşgal Genel Komutanı General Duffieux (Döfyö) Osmanlı’nın bittiğinden ve muhatap alınamayacağından emindi. Mecburen, Mustafa Kemal Paşa Başkanlığındaki Ankara Hükümetine başvurdular. Bunun üzerine, 20 günlük Silah Bırakışma Antlaşması 29/30 Mayıs1920 gecesinden geçerli olmak üzere imzalandı. Sonuç, Ankara’da “Artık bizi dünya tanıyor” sevincine yol açmıştı. Fakat Adana’da üzüntü ile karşılandıı. Düşman abandone vaziyetteyken üstüne üstüne gidilmeliydi. Adana ve Tarsus tamamen kurtarılabilirdi. Anlaşmaya hiç gerek yoktu. Bu düşünce, Mustafa Kemal Paşa çevresinden gelen açıklamayla değişti. Şöyle diyordu Gazi Paşa’nın çevresi: Sadece 1 ay bir hafta evvel kurulmuş bulunan TBMM Hükümeti’nin yalnızlık ve çaresizlik içerisinde kıvrandığı iç ve dış düşmanların Anadolu’daki Türk varlığını yok etmek için yarışa girdiği bir dönemdeyiz. Fransa’nın Osmanlı yerine TBMM Hükümeti’ne başvurması esaslı siyasi olaydır ve dünya iktidarın kimde olduğunu bu anlaşma ile görmüştür”.
TBMM Hükümeti’nin bu anlaşması dış politikada kazanmış olduğu siyasi zaferdir. Bu niteliği ile de Ulusal Direniş’in ilk meyvesidir. Ayrıca güçlerimizin Güney cephelerinde düzene girmesini ve uzun süredir savaşan birliklerin dinlenmesini sağlamıştır.
TÜRKLER YOK EDİLSİN
“Ah kardeşlerim, vah kardeşlerim; siz böyle sıkıntıda, savaştan kırılmış, yokluktan dökülmüş durumu hak etmediniz ki… Size güzel gün göstereceğiz. Bolluk önünüzde, refah ardınızda olacak…” gibi boyalı, cilalı kelamlarla gelen Fransızlar 19 Mart-26 Mayıs 1920 arası inanılmaz yenilgiler karşısında fena halde bozulmuş ve 20 günlük ateşkes anlaşmasına mecbur kalmışlardı.
Bunu hazmedemiyorlardı… Silah üstünlükleri tartışılmazdı… Türklerin kara barut, dolma tüfek düzeyinde silah taşıyan, bulursa kuru ekmekle idare edebilen minik müfrezelerine karşı makinalıları, mavzerleri, topları, bombaları, sığır besleyebilecek kadar çok yiyecekleri ve daha da önemlisi yedibeladan beter uçakları vardı… Nasıl olur da, bu tartışılmaz olanak farkına rağmen Türklerin önünde diz çokmüş olabilirlerdi…
ADANA’DA ERMENİ DEVLETİ
İntikam alevleriyle dağlanmış yüreklerindeki isyanı bastırmak için, Adana’ya getirdikleri Ermenileri kullanmayı düşündüler. Esasn kışkırtılmış Ermeniler de Türkleri yok edebilmek için fırsat kolluyordu. Asıl hedefleri de, Akdeniz Doğusunda Ermeni Cumhuriyeti ya da Ermeni Krallığı kurmaktı. Devletin merkezi de Adana olacaktı. Fransızlar ise savaştan sonar diğer milletler karşısında güç duruma düşmemek için Ermenileri kontrol altında tutmayaçalışıyor, “nazikçe” ve adeta,”Kitlesel ölüm yapmayın, azar azar öldürün ki fena yankılar yapmasın” diyorlardı.
Ateşkes Anlaşmasından sonra Fransız tetikten parmağını çekerken, kışkırttığı Ermeniler perakende cinayetlere giriştiler. Ateşkes peş peşe ihlal ediliyordu. Fransız kurmaylarla Ermeni önderler bir araya gelerek daha nelerin nasıl yapılabileceğini tartışmaya başladılar. Nihayet çözüm bulundu… Adanalılar cinayetlerle, tehditlerle, kentten kaçırılacaktı. Şehrin her tarafı kuşatılacak, sadece Güney’e, Oba denilen düzlüklere açılan yollar açık tutulacak, kaçanlar müsait yerde kitlesel ölümle yok edileceklerdi… Kurtulanlar da zaten gitmiş olacaktı. Bu suretle azınlıktaki Ermeniler çoğunluğa sahip olacak ve plebisit (Halk oylaması) yapılarak Ermenilere kendi devletlerini kurma rahatlığı sağlanacaktı.
Harekete geçildi. Ermeniler Adana’nın orasında, burasında cinayet işlemeye ve “Adana’da kalan bütün Türkler öldürülecek” şeklindeki söylentiyi yaymaya başladılar. Fransızlar ise bu olup bitenlere karşı, anlaştıkları gibi “kör ve sağır” kalıyordu. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve sakatlar her saat artan terror ve şiddet karşısında dehşete düşüyorlardı. Bigünah çocukların boğazlanarak yahut kurşunlanarak gözlerinin önünde öldürüleceği, kızlara ve kadınlara tecavüz edileceği haberleri artık dayanılmaz boyuta ulaşmıştı. Tek çare, kenti terk etmekti… Fakat nereye gidebilirlerdi. Onları koruyup kollayacak güçteki erkeklerin çok büyük birkısmıçetelere katılmıştı. Önemli bir sayısı da hapisteydi…Ne dolu alıyor, ne de boş doluyordu… Çaresizlik bir yandan,namus ve evlat korkusu diğer yandan, insanlarımız artık koşullarına dayanılmaz bir atmosfere girmişti.
Tarihe Kaç-Kaç Faciası olarak geçen bu olayı da, merhum atalarımıza olan saygıma dayanarak şimdi değil, özel dosya kapsamında, yine yıldönümü olan Temmuz ilk haftası sonunda işlemeyi düşündüm.
SONRAKİ YAZI: İSMET PAŞA ADANA CEPHESİNI MECLİSTE NASIL ANLATTI.