“ŞIKŞIKÇI” ESNAF NASIL ŞAŞIRTIRDI

Şıkşıkçılığın ne olduğunu, şıkşıkçının ne iş yaptığını bilenlerin pek az olduğuna inanıyorum. Mesleği tanıdığımda ben de biliyordum da, yıllar sonra, gördüğümün şıkşıkçılık olduğunu bir gazeteci abiden öğrenerek kültürümün genişlemesinden sevinç duymuştum.

70 yıl kadar olmuştur. Yaşım ya dokuz, ya da on… Yoluma denk geldi.

Siptilli yakınlarında gördüğüm tezgâh ve çevresindeki kalabalık dikkatimi çekti. Ters çevrilmiş portakal sandığı üstünde, dört santim kadar çapı, 25 santim kadar boyu ile düzgün kıvrılmış, parşömenle sarılmış üç silindir. Parşömen kaplamanın altındaki silindir in kartondan yapıldığı belli.

Tezgah sahibi, simsiyah şalvar üstüne mongol gömlek çekmiş, fırça bıyıklı, 30 – 35 yaşlarında biri. O da, ters çevrilmiş bir başka sandığa oturmuş. Sol serçe parmağında kırmızı iri taşlı tespih sallanıyor. Yüzünde itimat telkin eden bir ciddiyet var. Sinekkaydı tıraşı ile de ciddiyetine bir de sempati eklemiş sanki. Arada bir “Bul doluyu al parayı… Beş basana on, on basana yirmi…” diye seslenirken, tezgâhtaki silindirlerden ikisini sol eline, birini sağ eline alıp sallıyor. Soldakilerde ya darı (Mısır bizim için sadece devletti; yenilebileni darı idi) ya da buğday taneleri olmalıydı. Çıkan ses böyle söylüyordu. Sağdaki teki sallayınca, şıngır-şıngır metal para sesi geliyordu.

Tezgâh sahibi çok yavaş hareketle, paralı silindiri diğer ikisiyle birleştirip sandığa yatırıyor ve bu sefer “Bir bas iki al, beş bas on al, on bas yirmi al” diye sesleniyordu. Ayakkabısının ökçesine basmış, gençten biri tezgâhtaki silindirlerden birine beş Lira koydu. Tezgâhtar silindiri alıp salladı; evet, para… Hiç tereddüt etmeden şalvar cebinden çıkardığı kırmızı onluğu verdi ve mesleki araçları tekrar serdi. Dikkat ettim, hangisinin paralı olduğu belliydi. Nitekim aynı adam bu kez on Lira bastı ve yirmi Lira aldı.

Üst üste birkaç el kaybeden tezgâh sahibi cıllazdı (Adanaca bir terimdir, oyun bozanlık yapmak demektir). “Yok kardeşim yeter kazandın ben sennen (seninle) oynamam artık” dedi. Karşıdaki, kazandığı paraları ağır hareketlerle istiflerken amele olduğu ve Adana’ya uzak ellerden geldiği her halinden belli zayıf biri bir süredir elinde tuttuğu beş Lirayı bastı. O da kazandı. O ana kadar hangi silindirde para olduğunu ben de tahmin etmiş ve her defasında tahminimin doğru çıktığını görmüştüm. Amele kardeşim de kolay paranın kaynağını bulunca içinden sanırım “Ya Allah, Ya Settar, Ya Cebbar…” çekip şak diye bir ellilik bastı. Onun gibi, ben de kazanacağından emindim; doğru silindire basmıştı çünkü…

Olmadı. Oynadığı silindir sallandığında darı veya buğdayın kof sesi geldi. Tezgahtar diğer silindirlerden birini salladı, gerçekten para ondaydı.

İnanılır gibi değildi.

Yıllar içinde birkaç kez daha izledim; önce birileri üst üste kazanıyordu daima. Tezgah sahibi “yeter” deyince çekiliyor, fırsatçı açıkgözler başlıyordu basmaya. Çoğu kez de ilkinde kazanıyorlar, sonrakilerde kaybediyorlardı.

Uzun sürdü ama zamanı gelince öğrendim; her üç silinirde de darı yahut buğday vardı. Para ise, ufacık bir kese içinde ceketin kol ucuna yakın yere iliştirilmişti. Dolayısıyla sadece sağ eline aldığı silindirden para sesi geliyordu. Üst üste kazanan ise zaten tezgahtarın ortağıydı. Sandıkları terk ettikten sonra bir yerde buluşarak günün hasılatını bölüşüyor, nafakayı doğrultmuş oluyorlardı.

Milano’da rastladım aynı tezgâha… Her iki cebinin astarları dışarıya sarkmış, şaşkın ve bitap Alman turist yolunmuştu. Kumarda varını kaybettiğine inanamayan adam resmi istesem, o Almanın fotoğrafı fazlasıyla yeterli olurdu.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor