SÜNNET DÖNEMİ SONLANIR ŞERBET FASLINA GEÇİLİRDİ
60-70 yıl gerilerden bahsedeceğim. Her yıl, Eylül yarısına doğru başlayan sünnet törenleri yaklaşık iki hafta kadar sürerdi. Özellikle hafta sonları, birinde davul-zurna, diğerlerinde sünnet olacak çocuk ile kirveler ve aile yakınları olmak üzere en az üç fayton kentin bilinen cadde ve sokaklarında saatlerce dolaşırdı.
“Neden Eylül?” diye sorup sual edecek olursanız, el-cevap derim ki, Çünkü Eylül, bağ-bahçe işlerinin sona erdiği sezonu kapsar. Ünler satılmış veya alivre teslim edilmiş, pekmez ve reçeller sırlı çömleklere doldurulmuş olurdu. Çiftçiler için durum böyle. Ya memur ve esnaf? Haa, işte onlar da yazın yakıcı sıcağından sonra, sünnetli balalar iyileşme sürecini biraz daha serin havada geçirsinler ve iyileşince de okul dönemine yetişsinler diye bu günleri seçerdi.
SIRA GELDİ ŞERBETE
Çok küçüktüm. Bir Pazar günü ziyaretimize gelen akraba çift kahve içtikten sonra bizi şerbete davet ettiler. Söylediklerine göre Seniha’nın şerbeti içilecekmiş. Şöyle anladım; Seniha isimli abla, kendine özgü usullerle farklı şerbet yapabiliyor ve aile de o gururla tanıdıklarını davet ediyor. Gerçi şerbet üzerine açılan sohbet “Kime verdiniz?.. Ne işi yapıyor?.. Dayısını tanırdım, Melekgirmez esnafından, iyi adamdır…” gibi soruler ve verilen cevaplarla bir süre daha devam etti. Konuşmaların içeriğinden çok, Seniha Ablanın yapacağı o farklı şerbeti içmek bana da nasip olacak mı sorusunun etkisindeydim.
ŞERBETİ İÇTİK
Ufacık sabiyim(*), ben ne bilirim “Şerbet” sözcüğünün “Nişan” anlamına geldiğini. Şerbet içmek bana da nasip oldu. Akrabanın evi yüksek tavanlı iki katlıydı. O gün ev ve avlusu tıklım tıklım dolmuştu. Biz çocuklar, avluda oynamaktaydık. Arada sesimiz yükseldiğinde kalabalıktan bir emmi veya dayı “Şşşşşt!.. Çocuklar,çocuklarrr!..” diye uyarıyordu.
Kur’an okundu. Dualar edildi. Ardından da bildiğimiz şerbet dağıtılmaya başlandı. Şerbetin yapıldığı yerdeydim. Kalaylım kocaman bakır leğendeki buzlu ve şekerli suya bildiğimiz bici boyasından azıcık dökünce geleneksel şerbet oldu. Seniha abla ise ortalıkta gözükmüyordu. Sıradan şerbet yani… Şerbet dolu bardaklar tepsilerle üst kattaki erkeklere erkek gençler tarafından, alt kattaki odalardan birindeki kadınlara da genç kızlar tarafından ikram edilmekteydi.
NİŞAN TAKILIYOR
“Nişan takıldı, takılıyor” benzeri sözler de dikkatime takılmıştı. Demek ki nişan denilen nesne takılacak bir şeydi. Peki nereye ve nasıl takılırdı acaba… Anneme sordum, yukarıda takılacağını söyledi. Merdiven basamaklarını yavaş yavaş tırmanıp parlak örtülü, üstünde çiiçek dolu vazo olan kişinin hoca olduğunu anladım. Nişanı hocanın takacağını da tesadüfen duymuştum.
Bir süre bekledikten sonra Seniha Ablayı gördüm. Çok değişmişti. Daha önce hiçbir zaman saçları yapılı, dudağı boyalı görmüş değildim. Hoca, yine bir takım dualardan sonra Seniha Abla ile yanındaki tanımadığım abinin parmaklarına yüzük taktı. Yine bir şeyler okuyup “El-Faaatiha!” deyince herkes gibi ben de yeni öğrenmiş olduğum fatihayı okudum. Nişan takılmıştı ama ben nişanı da, nasıl takıldığını da kaçırmıştım. Sadece yüzüklerin takıldığını gördüm, o kadar. Meğer ki, tabii sonradan öğrendim, nişanlı olmak üzere yüzük takmakla nişan takılırmış.
Nişan da, yine çift-çubuk işleri bitip de çiftçinin, dolayısıyla esnafın cebine para girdiği için sonbaharın sonunda yapılırdı daha çok. Onlarca yıl var ki, o bildiğimiz şerbeti içmiyorum. Kendi nişanımda da, çocuklarımın nişanında da akıl edip şerbet dağıtmadığımız için şimdi kendi kendime alındım.
(*) Sabi: Küçük erkek çocuk