TAKSİCİ ÖYKÜLERİ

1.“UYANIK” YOLCU!
İstanbul’da Akademi birinci sınıfta okuduğum 1960 yılında, Seyit ağabeyimlerde Bostancı Çatal Çeşme semtinde yaşıyordum. Şubat/1960’ta verilen yarı-yıl tatilinde Adana’ya trenle gitmek üzere biletimi aldım, yolculuk günü valizimi alarak Bostancı çarşısına gittim ve durakta müşteri bekleyen bir taksiye binerek beni Haydarpaşa tren garına götürmesini rica ettim.
O yıllarda taksilerde taksimetre bulunmaz, taksi ücreti pazarlıkla belirlenirdi. Bazı taksiciler taksilerinin dışına sağ ön tarafa büyük boy taksimetreler monte ettirmeye başlamıştı ama ben henüz taksimetreli bir taksiye hiç binmemiştim.
O sabah Bostancıda bindiğim takside de bir taksimetre bulunduğunu, ben taksiye bindikten sonra taksi şoförünün arabanın ön tarafına geçip taksimetreyi çalıştırdığını gördüm. Şoförü izlediğim için taksimetreyi açarken taksimetrede 100 rakamını (yani 100 kuruşun, diğer bir deyimle bir liranın) yazdığını fark ettim.
“Uyanık” bir üniversite genci olduğum için daha yola çıkmadan şoförün taksimetreye fazlar 1 TL yazara, benden fazla ücret almayı planladığını düşündüm. Bostancıdan hareket edip Haydarpaşa garına doğru yola çıktık. Yolculuk sırasında taksimetredeki rakamın zaman zaman değiştiği görülüyordu.
Yolculuk sona erip de Haydarpaşa garına geldiğimizde taksimetrede 450 rakamı vardı, yani taksimetre taksi ücreti olarak 450 Kuruş (4,5 TL) yazmıştı. Ancak, taksi şoförünün taksimetreyi açarken, yani henüz taksi hareket etmeden, taksimetreye 100 kuruş yazdırdığını tespit etmiş olduğum için ben taksimetrenin yazdığı 450 Kuruştan bu 100 Kuruşu düşerek taksiciye 350 Kuruş uzattım.
Verdiğim parayı sayıp da bunun 350 Kuruş olduğunu gören taksi şoförü taksimetredeki rakamı göstererek taksi ücretinin 450 kuruş olduğunu, dolayısıyla 100 Kuruş daha vermem gerektiğini söyledi. Trenle Anadolu’ya gitmekte olduğumu, bu nedenle İstanbullu olmayan kandırılabilecek saf bir yabancı genç olduğumu düşünerek benden 100 Kuruş fazla ücret almaya kalkıştığına hükmettiğim için oldukça bilmiş ve uyanık bir tavır takınarak, “Tamam, taksimetre 450 Kuruş yazdı ama sen daha yolculuk başlamadan taksimetreye fazladan bir 100 kuruş yazdın. Gerçek taksi ücreti 350 Kuruştur. Sen bana yabancı yolcu muamelesi yapıyorsun ama ben bir üniversite öğrencisiyim ve İstanbul’da yaşıyorum. Ben sana taksimetrenin yol için yazdığı gerçek rakamı verdim” dedim.
Taksi şoförü taksimetrenin açılışı anında açılış ücreti olarak 100 Kuruş yazdığını, yolda gittikçe bu 100 Kuruşun üzerine ücret ilavesi yapıldığını, müşterinin ödemesi gereken toplam taksi ücretinin bu açılış ücreti ile yol boyunca yazılan ücretin toplamı olduğunu anlatmaya çalışıyordu ama benim gibi açıkgöz bir üniversite öğrencisinin böyle hikayeleri yutması tabii ki olanaksızdı. Yaşlıca ve gün görmüş bir İstanbullu olan zavallı şoför beni ikna edemeyeceğini anlayınca, babacan bir tavırla “Pekala delikanlı, senin dediğin olsun. İleride gerçeği öğrendiğin zaman kendi kendine duyacağın bir mahcubiyet de benim için yeterlidir” diyerek verdiğim parayla arabasına binip uzaklaştı. Kandırılamamış olmanın mutluluğu ile bavulumu alıp trene bindim ama aradan 65 yıldan fazla zaman geçtiği halde her taksiye binişimde taksimetre gözüme çarpar ve o babacan, çelebi taksi şoförünü anımsayarak mahcup olurum.
2.“UYANIK” ŞOFÖR!
1963 yılı Şubat tatilinde İstanbullu 2 okul arkadaşım Mesut Cansu ve Bekir Cansu (Derby traş bıçağı ve Tokai çakmak fabrikalarının sahipleri) ile birlikte Adana’ya geldik. Adana’da 15 gün kalıp, Adana, Mersin ve Hatay’ın tarihi yerlerini gezdik. Tatil sonunda Toros Ekspresi ile İstanbul’a gittik. Haydarpaşa Garında trenden inip vapurla Karaköy’e geçtik. Ellerinde bavulları ile Anadolu’dan gelen 3 genç olarak bindiğimiz taksinin şoförüne Sultanahmet’e götürmesini rica ettik. Karaköy’den hareket eden taksinin Galata Köprüsüne dönüp Eminönü ve Sirkeci üzerinden Sultanahmet meydanına geçmesini beklerken, taksinin tam ters yöndeki Dolmabahçe tarafına döndüğünü fark ettim.
Ancak, doğma büyüme İstanbullu Bekir Cansu bir göz işaretiyle susmamı istedi. Taksi şoförü bizi Dolmabahçe-Taksim-Şişhane-Unkapanı-Şehzadebaşı-Beyazıt üzerinden Sultanahmet’e getirdi. Araçtan inip valizlerimizi aldıktan sonra Bekir Cansu taksiciye 4.5 TL verdi. Şoför taksimetrede yazan 35TL ücreti göstererek paranın geri kalanını istedi. Bekir “Bir itirazın varsa taksimetreyi tekrar aç ve benim tarif edeceğim güzergahı izleyerek bizi tekrar Karaköy’e götür. Taksimetre ne yazarsa ödemeye hazırım” deyince, afallayan taksici “Abi, yolu biliyordunuz da neden bana baştan itiraz etmediniz?” dedi. Biz de 15 gündür uzak olduğumuz İstanbul’u gezdirmek isteyen bu iyiniyetli taksiciyi kırmayalım dedik diye cevap verdik. “Uyanık” taksici dersini alıp yola koyuldu.
3.“APTAL” ŞOFÖR
2006 yılında İstanbul-Amsteram uçağı ile Hollanda’ya gittim. Önceden yer ayırttığım Airport Hotelin havaalanından 1 km uzakta olduğunu sanıyordum. Havaalanı önünde bekleyen taksiye valizimi bagaja koyduktan sonra şoförün yanındaki koltuğa oturdum ve telefonumdan otelin adresini göstererek, beni bu adrese götürün dedim. Adrese bakan şoför “İyi de, neden taksiye bindin” dedikten sonra yolun karşı tarafında yükselen ve üzerinde Airport Hotel yazan binayı gösterdi ve üstümüzdeki üst geçitten karşıya geçersen otelinin kapısının önüne gelirsin dedi. Ardından, araçtan inip bagajdaki valizimi elime verdi. Bütün taksi şoförleri “uyanık” olur zannederken, Hollandalı şoförlerin “Aptal” olduğunu yaşayarak öğrenmiş oldum.
4.HUKUKÇU ŞOFÖR
Her gün yaptığım gibi Sultanahmet’teki okulumdan çıktıktan sonra Karaköy-Kadıköy yolcu vapuru ile Kadıköy’e geldim. Vapurdan indikten sonra Kadıköy Kaymakamlığı önünde bekleyen Kadıköy-Bostancı dolmuşuna bindim. Elimde o günkü dersin kitapları vardı.
60-65 yaşlarında görünen, takım elbiseli, kravatlı dolmuş şoförü en üstteki Ticaret Hukuku kitabını işaret ederek, “Evlat, o kitap kimin” diye sordu. Benim diye cevap varmem üzerine, “Kitabı yazanın kim olduğunu soruyorum” dedi. Kitabı yazanın hocamız Prof Dr Turgut Erem olduğunu belirtmem üzerine de “Yaa, Turgut profesör oldu mu demek? Bizim Ticaret Hukuku hocamız Prof Hirsh idi deyince şaşırma sırası bana geldi. Ancak, bu arada diğer yolcular dolmuşa binince, sohbetimiz burada kesildi.
O dönemde birlikte yaşadığım Seyit ağabeyimin evinin önündeki Çatalçeşme durağında dolmuştan inerek ağabeyimin evine geldim ve dolmuşta başımdan geçeni anlattım. Anlattığım öyküyü dinleyen ağabeyim, “Ha, demek sen Reis beyin arabasına bindin” deyince, iyice meraklandım ve ağabeyimin açıklamasını hayretler içinde dinledim. “Ne oldum deme, ne olacağım de” atasözünün ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Ağabeyim, arabasına bindiğim dolmuş şoförünün eskiden İstanbul’un çok tanınmış Ağır Ceza Mahkemesi reislerinden biri olduğunu, adliyeden eve normalden erken döndüğü bir gün eşini bir zabıt katibi ile uygunsuz vaziyette yakaladığını, bu olaydan sonra akli dengesini kaybederek uzun süre akıl hastanesinde yattığını, tedavi olup iyileştikten sonra da bir otomobil satın alarak Kadıköy-Bostancı hattında dolmuş şoförlüğü yapmaya başladığını söyledi. Böylece öğrendim ki, dolmuş şoförümüz İstanbul Hukuk Fakültesini bitirmiş, benim Ticaret Hukuku hocam Prof. Dr. Turgut Erem’le fakültede sınıf arkadaşlığı yapmış, ve İkinci Dünya Savaşı öncesinde Hitler’in zulmünden kaçarak Almanya’dan Türkiye’ye gelip İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinin kurucularından olan ünlü Alman Yahudilerindan hukuk bilgini Prof. Ernst Hirsch’in öğrencisi olmuş. Başından geçen üzücü olaydan sonra yaşamını dolmuş şoförlüğü yaparak sürdürüyormuş