TEKNOLOJİ ÖNCESİ YAZLARDA YAYLALAR EN LÜKS ÇÖZÜMDÜ

İnanır mısınız; hasta olmak beni rahatsız ediyor. Durup dururken oram-buram arıza verince, eksik olmasınlar, doktor huzuruna çıkmaya alıştım galiba. Geçtiğimiz hafta durum böyleydi ve teknoloji öncesi Adana Yazlarında yaşam konusunda verdiğimiz sözler tehire uğradı. Anlayışınıza sığınarak, bu gün yaylaları ele alacağız. Malûm, önceki iki yazıda buz ve bağları anlatmıştık.
YAYLALARIMIZ DA FARKLI
Anlatmıştık; bizdeki bağ ile diğer kentlerdeki bağ, kavram olarak fark gösterir. Yaylalarda da benzer fark var. Örneğin Karadeniz yaylaları yüksek plâtolar halinde meralardır. Bizde ise ormanlık-ağaçlık, ayvalı-meyveli, çamlı-çınarlı, buz gibi pınarlı yazlık yerleşkelerdir yaylalar. Bölgemiz yaylalarından hangisine gitseniz benzerlik görürsünüz.
En tanınmış yaylalarımızdan başlayalım saymaya; Akçatekir, Bürücek, Kamışlı, Gökbez, Kızıldağ, Gülek, Meydan, Namrun, Çulluuşağı, Horzum, Kozan Göller, Armutoluğu… Dahası var da, aklıma gelenleri yazıverdim.
NE DEMEK BÜRÜCEK?
Yıllarca bu yaylanın adı “Neden bürücek?” sorusu beynimi kemirip durdu. Bir gün, hiç beklenmedik bir kaynakta ve beklenmedik anda, orman içindeki ağaçsız alanlara öz türkçe “Bürü” dediklerini öğrendim. İşte o anda beyin lambalarım yandı. Demek ki, zamanında yörükler belli mevsimlerde bu bürüye gelip obalarını kumuşlar ve bürü gibi veya küçük bürü anlamında adına da Bürücek demişler, yaylak olarak kabul etmişler. Bu benim savımdır; karşı fikir veya kaynağa dayalı açıklama olursa müteşekkir kalırım.
NE ZAMANDAN BERİ?
Birkaç aşiretin Ramazan Bey’in peşine düşüp bölgemize gelmesinden bu yana aşağı yukarı 650-670 yıl geçti. Hadi geliniz şimdi o yılları anlatan 15’inci Yüzyıl Osmanlı Tarihçilerinden Aşık Paşazade Derviş Ahmet’ten dinleyelim;
“Ramazanoğlu Adana’ya doğru gelirken Süleyman Şah Gazi Fırat’ta, Caber kalesi önünde suya kapılır. Peşindeki oymaklar dağılmak üzereyken, Yüreğir Bey idareyi ele alır, baş olur. Üç-Ok’un oğlu ve Kusun varsağı ve Kara İsa ve Özer ve Kuş Timur ve Gündüz; bu altı kişi göçleri ile Çukurova’ya geldiler. Yüreğir baş oldu bunlara. Geldiler, Misis’i aldılar, Tarsus’u dahi aldılar. Bu şehirlerin kafiri Ermeni idi. Bunlardan ahitle (Konuşup anlaşarak) aldılar. Yüreğir öldü. Oğlu Ramazan Kusun’a Eser-Kef’i kışlak verdi, Gülek’te Beremedik’i ve Tekfurbeli’ni yaylak verdi. Kara İsa’ya Midilli’yi (Karaisalı) Kışlak verdi ve Alınkaş’ı yaylak verdi. Kuş Timur’a Tarsus’u kışlak verdi ve Bulgar Dağı’nı yaylak verdi. Gündüz’e Misis’i kışlak verdi ve Misis Dağı’nı yaylak verdi. Ramazan, kendisi, Adana’yı taht edindi.”
Bu çifte su verilmiş çelik gibi sağlam belge gösteriyor ki, halkımız yüzlerce yıldır, yaylacılığı biliyor. Sonraki yıllarda bölgemizi ziyaret eden pek çok gezgin de, Adana halkının yazın serin yerlere gittiğini yazmış.
PINARLAR, COŞKUN SULAR HANİ?
50-60 yıl öncesine dek yaylalarımızın hemen hepsinde pınarlar coşup taşardı. Susayanlar bu sulara koşardı. Oluk oluk, kristal parıltılı suların oluşturduğu dereciklerde balıklar yaşardı.
Kısadan geçiyorum; birkaç istisna şöyle dursun, o pınarlar, o sular, o balıklar yok artık… Bir gün geri gelir mi? Ümidim yok ama inşallah diyorum…