TEMİZ KEAAP, TİKE VE DE ÇAĞIL EKMEI

Adanalıyım. Anam-babam da Adanalıydı. Dedeleri de öyle… Gözümüzü açtık, avlularımızda mangal… O yıllarda ya et ucuzdu, ya da gelir fazlaydı. Tüketimi günümüzdekiyle kıyaslanmayacak kadar fazlaydı. AKP henüz ana rahmine düşmemişti bile. Hayvancılık yaygındı. Ülkemiz bol bol canlı hayvan dışsatımı yapabiliyordu. Gümrükten geçirilen hayvan sayısı kadar, belki de fazlası eşek yolu üzerinden kaçak gönderilmekteydi. Kaçakçılar mayınlı arazide başlarına bir belâ gelmesin diyerek hududun bir yanından öteki yanına birkaç eşek geçirirler, varsa, mayınları patlatıp güvenli geçişi sağladıktan sonra da sürülere yol verirdi..
MİLLET ETE DOYARDI
Dedik ya!.. Biri diğerinden daha az da olsa her eve et girerdi. Aile gelirine bağlı olarak bazı tencere yemekleri urup kiloyla (çeyrek, 250 gram), bazıları da yarım kiloyla pişirilir, haftada en az bir de mangal yakılırdı.
Ayrıca sık sık adak kesimleri de olurdu. Çocuk hastalanmış, iyileşmesi için adak (belki) çareydi. İlkokulu bitirmiş, hadi bir adak daha. Düğün dernek desen adaksız olmaz. Gelinin alnına kandan bir nokta konulması şart!.. Ev yaptırılmış, araba alınmış; hayırlı-uğurlu olsun adağı kesilmez mi!.. Hele ki oğlan askerden dönmüş, boş bırakılır mı?..
Adaklı erkek çocuklardan da bahsetmeliyim. Bebekliğinde ağır hastalık geçiren erkek çocuğun kurtulması için bazı aileler Tanrıya yakarırken “Yeter ki iyileşsin, yedi yaşına kadar saçını kesmeyeceğim” sözünü verirdi. Çocuk, gerçekten yedi yaşına girinceye kadar uzun saçlı kalırdı. Bunlara “Adaklı” derdik. Böyle bir arkadaşımın annesi tarafından taranırken ağladığını bilirim. Yedinci yaşa girildiğinde, aile, konu-komşu ile hısım-akrabayı davet edip adadığı hayvanı kestirir, davetlilere sunardı. Elbette inanç gereği etten en az yedi kapıya ayrıca dağıtmak gerektiği unutulmazdı.
ET YİYEMEM
Kıyma dışında et yiyemem. Hiç unutmam; çok küçüktüm. Babam et yememden dolayı derin üzüntü içindeydi. Oğlunun gürbüz çocuk olmasını çok isterdi rahmetli. Zayıflığımı da et yemememe bağlardı. Cebren ve hile ile yedirmeye çalıştığında boğulacak gibi olur, istem dışı yutmadan çıkarırdım. Doktor doktor dolaştık. Çare bulunamadı. Sadece kebap yiyebiliyordum ve babam iyi bir kebap ustasıydı. Benim sıkıntım parça et ya da tike’ydi…
TİKE’YA DAİR BİLGİ
Kuşbaşı tabirini yıllar sonra öğrendim. Bana iğrenç gelirdi. Serçe veya güvercinlerin kafasını koparıp şişe dizdiklerini düşünürdüm. Öğrenince şaşırdım, bizim tike dediğimizmiş kuşbaşı.
Mangalda ya tike olurdu, ya kebap. Kıymadan yapılanına sadece kebap derdik. Zaten nezdimizde başka hiçbir şey kebap sayılmazdı. Af edersiniz, bir de darı kebabımız vardı, o kadar. Hadi itiraf edeyim; halk dilinde kebap yazılır, çoklukla keap okunurdu. “Adana” takısı sonradan suni bir nitelik gibi yapıştırıldı. Bölgemiz dışında da şişte kıyma yapılırdı ama onlar şiş köfteden öte gidemezdi. Kebabın merkezi Adana, Doğu sınırı Ceyhan, Batı sınırı da Tarsus’tu ki, ben halen de öyle bilirim.
ÇAĞIL EKMEEEI
Mangal işinin ihmal edilmemesi gereken önemli unsurlarından biri de çağıl ekmeğiydi. Hacıbayram’da ve Karasoku’da bu ekmeği yapan fırınlar olduğunu anımsarım. Belki başkaları da vardı. Fırın zeminine çakıl döşendiğini sanıyorum. İncecik, yer yer kızarmış noktalarla özel sokum (dürüm) ekmeğiydi. Aslı “çakıl” iken, Adana fonetiğine uydurularak çağıl denmiş olmalıydı. “Ekmeği” derken de ekmeeeı çıkardı ağızdan.
Yarım asır öncesine dek kebapçının “Evvet!.. Buyrunn!. Et var, ciğer var temiz keaaap. Aile yerimiz ayrıdır beyimm” şeklindeki davetleri şu anda beynimde yankılanırken benim için hoş bir seda değeri taşıyor.