TEVELLÜTLÜLER

Çocukluğumuzda, büyüklerimizin tamamına yakını tevellütlüydü. “Tevellüt kaç?” veya “Senin tevellüdün ne ki?..” gibi ifadeleri kafamda didikleyerek ne olduğunu anlamaya çalıştım uzun süre. Babama veya arkadaşlarıma soramazdım. Çünkü küçüklerin (o yıllarda ben de küçüktüm) büyüklerin yanında konuşması edepsizlik sınıfına girerdi. Akıl edip anneme sordum. Rahmetli, “Tevellüt, tevellüt işte!..” dedikten sonra şöyle açıkladı: “Yani, kaç yaşındasın gibi bir şey… Her halde ne zaman doğdun manasında”.

Sonradan öğrendik. Sözcük, Arapçadan taşınıp gelmiş. Aslı “tevellûd”. Tam karşılığı, ceninden çocukluğa geçiş anı, yani doğum. Bir yani daha açalım; tevellûd veya tevellüt, doğum tarihi demek.

ARİTMETİKTE ŞAŞKINLIK

Anlamını kavradık kavramasına da; ondan sonra  tevellûdlu konuşmalara kulak kabarttıkça yeni bilinmeyenlerle karşılaştık. Kafa bulandıran konuşmalar… Kafa nasıl bulanmasın?.. Buyurun, dinleyin:

  • Üç yüz yirmi yediliyim. Senin tevellûdün ne?
  • O-hooo, sen çocuğmuşun be, benimki üç yüz on iki…

Mektepte öğrenmişiz; kişinin yaşı, içinde bulunulan yıldan doğum yılı çıkarılınca bulunur, değil mi?.. O yıl, 1955’ti. 327’linin aşını merak ettim. 1955’i yazdım, altına da 327’yi yerleştirip eksi işaretini koyarak çizgiyi çektim. “5’ten yedi çıkmaz, komşudan bir alırız, 15’ten 7  çıktı, kaldı 8…” diyerek başladığımız hesabın sonucuna vardık ki, adamın yaşı tamı tamamına 1628. Maşallah, hiç de göstermiyor. Diğerinin yaşı da 1643 çıktı. İyi yaşamışlar vallahi.. O zaman bizim tanıdıklar ne diye 57, 69, bilemediniz 75 derken imamın kayığına uzanıveriyor, anlamak güç…

BABAMIN YAŞI

İnsanların bin küsûr sene yaşayabilmelerine şaşadurayım, gün geldi, babamın da üç yüz otuz ikili olduğunu öğrendim. İşte o zaman hesapta bir yanlışlık olduğunu anladım ama çözebilene aşk olsun. Uzatmayalım; ilkokul 5’te Hicri Takvimi öğrendik; Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye göç ettiği 622 yılı hicri takvimin başlangıcı oluyormuş. Hicri takvim de halen kullandığımız takvim yılından 11 gün kadar kısa. Yani aradan geçen her 33 yılda bir hicri takvim bir artışa geçiyor. Meraklısı bu baz bilgilerle birini diğerine döndürebiliyor.

Anlayacağınız, Hazreti İsa’nın tevellüdü ile başlayan miladi takvimden hicri takvim yılını çıkarınca bazılarının 1600 yıldan fazla yaşadıklarına yıllarca boşu boşuna hayret edip durmuşum. Önemli bir notum var: 327’li, 330’lu gibi ifadeleri siz 1327, 1330 gibi değerlendirin, yoksa hesap fena şaşar.

KAFA KÂĞIDI

Cumhuriyet’in kazandırdığı çağdaşlıktan biri de vatandaşa nüfus belgesi verilmesi. Belge verilirken “Sakın ola, kaybetmeyesin haa!..” diye tembihlenirmiş insanlar. Kadınlar evde, bohçada, konsolda saklayabiliyor ama, erkekler ne yapacak… Onlar da, en emniyetli yer olarak kasketi düşünmüşler ve böylece belge hep kafada taşınınca olmuş size kafa kâğıdı.

Bazı büyüklerimizden şöyle tarifler duyardık; “Kafa kâğıdında 1912 yazıyor ama anam İğtişaş’tan altı ay sonra doğduğumu anlatırdı”. İğtişaş, 1909 Nisanında patlayan ve en az 8 bin Adanalı’nın ölümü ile sonuçlanan Ermeni Ayaklanması. Buna “Ayaklanma” demeyi yanlış bulurum. Bana göre resmen ayaklandırma!.. İngiliz-Fransız ve Rus işbirliği ile plânlanıp uygulamaya koyulan büyük facia. Binlerce Adanalı can verirken, kentin en prestijli binaları da yandı, yıkıldı.

Aklıma düştü, yazıvereyim: AKIL YAŞTA DEĞİL, BAŞTADIR…

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor