TEYYARE MEYDANINA ÜÇ FAYTONLA GİTTİM

Gerçeğine bakalım; teyyare değil, tayyare… Adanalılar için tayyare biraz kaba düştüğünden teyyareleştirmişiz. Uçak demektir… Havalimanına da Teyyare Meydanı derdik nazik nazik. Meydan da meydandı haa… Her yanı galvanize sacla yapılmış, önünde geniş açıklık olan hangar, sundurmalı bir kulübecik ve bir de rüzgâr gülü. Öyle terminal binasıydı, bagaj alım salonuydu, uçuş kartı bankosuydu  falan, yoktu öyle bir şey.

AMİN ALAYI

Akşam sokağımızdaki evlerde teyyare yolculuğum konuşulmuştu mutlaka. Belli oldu ki, sokağımızdan ilk kez biri, o  da 18 yaşındaki genç, teyyareye binecek. Ertesi  gün yolcu etmeye gelen konu-komşunun heyecanı benimkini sollamıştı. Gözlerdeki hayranlıkla kıskançlık arası bakışı görebiliyordum. Sanki yüzlerce kez uçak yolculuğu yapmışım gibi ha bire bir şeyler soruyorlardı. Baktım, merak dalgası giderek yükseliyor, kalabalıktan iki delikanlıya “Üç fayton çevirin, birlikte gidelim” dedim. Arabacı yanıyla birlikte, iyi yerleşilirse her fayton yedi kişi alabiliyordu. Bizimkinde beş kişiydik. Diğer ikisi hınca hınç doluydu.

Meydana geldik. Arabacılara ikişerbuçuk Lira ödeyerek hayırlı yolculuk dualarını almış oldum. Bineceğim uçak önümüzdeydi. Havada görüldüğünden çok daha büyüktü. Büyüktü diyorsam, o zamana göre yani. Topu topu 28 kişilikti. Arkadaki tek tekerleği küçük, öndeki iki tekerleği büyük ve amortisör sistemine bağlı olunca, burnu yukarıdaydı. İki pervanesi vardı. Şaşırdınız mı?  Şaşırmayın; o yıllarda terördü, anarşiydi yoktu böyle şeyler ve herkes uçağın kapısına kadar yanaşabiliyordu.

YENGEMİN KÖFTESİ

Biniş saati geldi, Lacivert üniformalı, resmiyet simgesi kasketli görevli “Yolcuları alalım!” deyince kapıya yanaştım. Annem ve büyük amcamın eşi yengem de yanımdaydı. Görevli, biletleri kontrol edip bir kuponu keserek uçağa alıyordu. Kapıya yaklaştığımızda yengem elime kese kâğıdı tutuştururken “Seversin, köfte- patates, yolluk hazırladım” dedi. O aralıkta zaten uçakta yemek verildiğini söyleyecek durumda değildim. “Sağol yenge” dedim ve bilet koçanımı alıp merdivene yönelirken, tam girişin yanında duran çöp variline usulca bırakıverdim.

Dedim ya, taşıtın kuyruk tarafı alçak, ön tarafı yüksek; bayır yukarı çıkar gibi öne doğru tırmanıp pencere kenarı koltuğa oturdum. Saymadım ama, en fazla 20 kadar yolcu olduğumuzu sanıyorum. Hemen eklemeliyim; o yıllarda uçak yolculuğu son derece pahalıydı ve ayrıca kâzâ haberleri de sık duyulurdu. Kapı kapandı. İki hostesin yardımıyla ben ve benim gibi acemilerin emniyet kemerleri bağlandı. Gözüm dışarıda, olacakları izlerken elinde tekerlekli ince uzun varille gelen görevli ucu marpuçlu hortumu motora yaklaştırdıktan saniyeler sonra motor çalıştı, pervane dönmeye başladı. Görmedim ama sesten anladım, diğer motor da benzer şekilde çalıştırıldı. Pervanelerin hızı giderek arttırılıyordu. O kadar hızlandı ki, artık ıslık gibi bir sesi biz bile duyabiliyorduk. Araç birden fırladı ve pistte bir süre gittikten sonra yer uzaklaşmaya başladı. Ağaçlar, binalar küçüldükçe küçülüyordu.

Hostesler, diyebilirim ki o güne dek görebildiğim en güleryüzlü kadınlar arasındaydı. Tırmanış tamamlanınca önümdeki koltuğun arkasındaki tablayı çekip masacık olarak önüme gerdi. Az sonra da dolu dolu tepsiyi getirip sempatik bakışlarla önüme koydu. Porselen tabakta balık, tavuk ve kırmızı et vardı. Yanındaki kâsede çekirdeksiz üzüm, onun yanında da kazandibi veya ona benzer sütlü tatlı vardı. Bir boş, bir de yarısından biraz fazla doldurulmuş su bardağı. Hangisinden başlayacağımı düşünürken, hostes hanım iki sürahiyle yanaşıp “Limonata mı, vişne mi?” diye sordu. İştahınızı kabartmış olmayayım, o koşullarda mükellef sayılabilecek ziyafetti. Arada bir aşağıya bakarak yemeğimi özenle yedim. O küçük ve pervaneli uçaklardaki ikramı sonradan asla göremedim.

Anonsla, Ankara’ya yaklaştığımız bildirildi. Aradan yaklaşık bir saat kadar zaman geçmişti. Daha önce otobüsle 10 ve 11 saatte gelebildiğimiz Başkente bir saat içinde ulaşmak ne güzeldi… Esenboğa terminali tıpkı filmlerde gördüğümüz gibiydi. Üst kata çıkıp iki saat sonra hareket edecek olan İzmir uçağını beklemeye başladım. O sırada Almanya’dan uçağın limana indiği anons edildi. Yolcuları izlerken Bay ve Bayan Demirel’i tanıdım. Yakın bir tarihte Adalet Partisinin Genel Başkanı seçilmiş, adı birden bire tüm ülkeye yayılmıştı.

YARIN: ANNEM UÇAĞIN DÜŞMEDİĞİNE YEMİN ETTİRİYOR

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Spor