‘TEYYARE’DEN RENGÂRENK BİLET ATILINCA KOŞARDIK

Çocukluk yıllarımız… Bahar sonu ile güz ortası arasında “teyyareler” rengârenk “biletler” atardı. Yaşıtımız olmayanlar bu tümceyi anlayamaz. Kuşağımıza anımsatmak, bizden küçüklere de anlatmak için öncelikle “Teyyare” ile “Bilet” hakkında bilgi sunalım.
“Tayyar” Arapça sözcüktür; “Uçan, havada dolaşabilen” anlamındadır. Örneğin kuşlar tayyardır. “Tayyare”, uçabilen nesne anlamında olup 40-50 yıl öncesine dek kullanılırdı. Sonradan yerini “Uçak” sözcüğüne kaptırdı. Çocukluğumuzda “Hava alanı” yerine “Tayyare meydanı” kullanılırdı. Bugün bile Özbek Türkçesindeki adı tayyaregâh’dır. Bursa’daki köklü semtlerden biri halen Tayyare’dir. Biz Adanalılar bazı sözcükleri genetik olara kendi konuşma kalıbımıza uydurduğumuz için, “Tayyare” yazar, “Teyyare” okurduk.
Teyyare tamam; sıra geldi bilete… Bahsettiğimiz, uçak yolcuları için düzenlenen belge değildir. Uçaktan atılan el ilanlarına “Bilet” derdik. Bunlar en fazla A4 kağıdın yarısı, yani 15×10,5 santim ebadında, renkli kağıtlara basılmış tanıtımlardı. Yeni açılan işyerleri, gazoz firmaları, piyasaya sürülmüş yeni bir ürün satıcıları tarafından hazırlatılırdı. Tahminim ne kadar doğrudur bilemem, sanırım o rengârenk minik duyuruları dağıtabilmek için Türk Hava Kurumu’nun tek motorlu küçük uçakları kiralanırdı. 70 yıl kadar önceydi ve Şakirpaşa Havalimanımıza müebbed cezası verilmemişti (*).
TENHA SEMADA
O yıllarda Adana’mızın imar durumu “Büyük Köy” yakıştırmasını haklı çıkaracak nitelikteydi. Gökleri tırmalayan apartmanlar kentimizde henüz icat edilmemişti. Boş alan çoktu. Kentin her yanında, en kısa minareleri bile, şerefeye çıkıp döne döne ezan okuyan müezziniyle beraber görebilirdik. Trafik şimdikinin yüzde biri bile olmadığından mikrofonsuz okunan ezan rahatça duyulabilirdi. Eski İstasyon’daki İstiklal Ortaokulundayken Büyük Saatin çanını rahatça işitir, teneffüse kaç dakika kaldığını hesaplayabilirdim. Bir de doğal kütleler vardı: ağaçlar yani. Kentimiz yemyeşildi. Bir kere, ilâç için arasanız avlusu olmayan tek bir ev bulamazdınız. Aynı şekilde, döllesiz ağaçsız, çiçeksiz tek bir avluya da rast gelemezdiniz. “Dölle de neci?” dediğinizi duymuş gibiyim, anlatayım: koruk, yani olgunlaşmamış salkımları için yetiştirilen, yükseklere tırmanabilen üzüm cinsi. Adana’da, ekşisi için dikilirdi. Bol ürün verirdi. Olgunlaştığında kalın kabuklu, iri çekirdekli üzümü olurdu. Fakat olgunlaşmasına fırsat verilmez, mevsim sonunda hasat edilip sıkılarak kaynatılır, ekşi pekmez elde edilirdi.. Günümüz Adanasına bakıyorum da, “Keşke o Büyük Köy, düzgün altyapılara kavuşturulup yine köy olarak kalsaymış” demekten kendimi alamıyorum.
Bunları şunun için anlattım; bilet atacak küçük uçaklar alçaktan uçardı. Pilotu rahatlıkla görebilirdik. Yakaladığı bir deste bileti bırakınca, o hızla oluşan rüzgar nedeniyle kağıtlar önce ince, ardından giderek kalınlaşan çizgi yapar, sonra da dağılıp nazlana nazlana düşerdi.
Biz çocuklar da, bir ağızdan “Teyyare bilet attıııı!..” diye bağrışarak yere yaklaşan renkli kağıtları yakalamaya çalışırdık. Ne hikmetse, bir, üç, beş değil, yakalayabildiğimiz kadarını ele geçirmeye çalışırdık. Önemli olan, destemizdeki renk sayısının fazla olmasıydı.
Hepsi olmasa bile, pek çoğu eve gider, okuma yazma bilen büyükler tarafından okunurdu. Okuması olmayanlara da çocuklar, gençler okurdu. Bana kalırsa, ne televizyon, ne gazete, ne sosyal medya… Hiç bir reklam, tayyareden atılan biletler kadar etkili olmamıştır.
(*): İdam cezası diyemedim. İlk seçimden sonra cezası ev hapsine çevrilir, yani, yurtiçi uçuşlara açılır diye ümitliyim.