TÜRK-İŞ İLE DİSK ARASINDAKİ KAVGA BİZİM PAMUĞU VURDU

Şimdilerde bahsi geçen Yurtdışı Güçler var ya hani; sellere sebep olan, yangınlar çıkaran, havayı ısıtan, doları yükseltip pahalılığa yol açan dış güçler… İşte, o dış güçler eskiden çok daha etkiliydiler. En zararlı, en tehlikeli fitneyle “Alevi-Sünni” çekişmesini başlatmışlardı ki, halk erken uyandı. Bu kez de sivri biçimde sol-sağ kanat mücadelesini başlattılar. Devlet memurları bile ikiye ayrılmıştı. Tüm işçilerin sendikası olan TÜRK-İŞ’in karşısına sol kanadın organize ettiği DİSK icad edildi. Propaganda ve yayın niteliği çok daha yüksek olan DİSK kısa sürede yaygınlaştı. Fabrikalarda, şantiyelerde iki grup arasındaki mücadele giderek kızışıyordu. Her ikisi de, Toplu İş Sözleşmesini yapabilmek için üye yazmanın gayreti içindeydiler.

Üst kademelerdeki kapışma bir yana, Adana’da da Tekstil İş Kolunda inanılmaz hareketlilik vardı. O yıllarda Tekstil, en fazla işçi barındıran iş koluydu. Koldaki işçi toplamının dörtte üçü de Adana’daydı. Aynı federasyona bağlı sendikalar içinde çoğunluğu hangisi alırsa, federasyondaki yetkiye sahip olabiliyordu. Yani, Adana’da öne çıkmak demek, Federsyon tepesinde yer tutmak demekti. Tekstilde gücü eline geçirmek isteyenler, işçi haklarına ne denli sahip çıktıklarını kanıtlamak için işverenle ha bire çatışıyorlardı. İşi yavaşlatmak, sosyal haklardan haksız şikayetlerde bulunmak gibi eylemler  zaman zaman üretimin tamamen durdurulmasına, hatta makine tahribatına kadar uzanabiliyordu.

1976’da, Türkiye’nin en büyük iplik fabrikası olan ve sadece dışsatıma çalışan CEYTAŞ Pazarlama Müdürüydüm. Lojmanda oturuyordum. Nöbetçi amir olduğum bir gece işçi ayaklanması haberini aldım. 200 kadar çalışanımız yemekhane önünde bağırıp çağırıyordu. Haklıydılar. Gece vardiyası için verilen yemek yenmeyecek kadar acıydı. Hemen mutfağa gidip aşçıları paylamaya başlamıştım ki, ustabaşı, “Beyim…” dedi, “Bize ne bağıryon? Sendika temsicisi geldi, patronu korumak için mi yemeğe biber atmıyırsunuz deyip yarım çuval acı biberi kazanlara boşalttı.”

İlk yapmam gereken çalışanın karnını doyurmaktı. Nazım geçen arkadaşları uyandırdım. Ceyhan’ın ileri gelen market ve bakkallarında ne kadar peynir, zeytin, domates, salatalık varsa toplattık. Saatler sonra iş yeniden başladı. Fakat mücadele bitmemişti. Sabaha karşı silah sesleriyle uyandım. Sendika Başkanı gelip makineleri durdurması yetmiyormuş gibi bir de magandalığın üst sınırına dayanarak ateş ediyormuş. Yanına gittim. Aram fena değildi. Evime davet ettim. Geldi. İçki ikram edip bir süre havadan sudan konuştuktan sonra “Bölgedeişçisini en çok koruyan ve kardan pay dağıtmayı taahhüt eden  fabrika bizimki. Nedir bu hareketler?” diye sordum.

Sendika Başkanı bir sigara daha yaktı. Üç beş nefes çektikten  sonra tane tane konuşmaya başladı. “Senin yabancı dillerin var, okumuşsun, deneyim sahibisin. Her yerde iş bulursun. Ama ben Sendika Başkanı olarak bu yerimi kaybedersem bir daha seçmezler ve aç kalırım. Onun için tek yol işverenle kavga etmek, hadise çıkarmak…” dedi. Aslında dedikleri daha fazlaydı. Hatırım için işi yeniden başlattı. Tabii o gece vardiyasının ürünlerine asla güven olmazdı ve ihracat deposu yerine ikinci kalite mallar deposuna aldık.

Sendika-İşveren mücadelesi giderek yoğunlaşıyordu. Özbucak sahiplerinden Merhum Basri Karabucak’a sıkılan kurşun elini yaralamıştı. Randıman düşüyor, kalite geriliyırdu. SASA Lokavt kararı alarak koca tesislerini 3 yıl kapattı. Ardından fabrikalar bir bir kapanmaya başladı. Tabii bu sonuç pamuk ekim alanlarının daralmasına neden oluyordu. Adana pamuğu, teşvik yoksunu olmanın yanı sıra, bir tokat da iş barışı olmamasından yiyordu. Fakat hepsi bu değildi…

ÇARŞAMBAYA: PAMUĞA İNEN DİĞER TOKATLAR

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor