TÜRK-KÜRT İLİŞKİLERİ (4)

Osmanlı yönetimine giren Kürtler, Müslüman olduğu için HARAÇ ve CİZYE ödemiyor, TIMAR dışında bırakıldıkları için de AŞAR vermiyorlardı.

Çevreleri koruma altında olduğu için hiç bir tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiç bir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

Bu koşullarda yaşayan Kürt aşiretleri, özellikle de dağlık bölgelerde olanlar Özerk yönetimleriyle Osmanlı kırımından kurtulmaya çalışan Türkmenler için sığınak yerleri olmuştu.

Günümüzde Kürt olarak bilinen, Kürtçe ile Türkçe’yi birlikte kullanan Türkmen beyleri bu dönemin ürünleridir.

Son dönemlerde kullanılan KÜRT ALEVİSİ-ARAP ALEVİSİ gibi tanımlar gerçeği yansıtmaz ve bilimsel bir dayanaktan yoksunudr. ALEVİ KÜRT ya da ALEVİ ARAP tanımı, en az ALEVİ FRANSIZ kadar bozuk ve yanlış bir tanımlamadır.

Alevilik, Türklüğe özgü olan ve onun yaşam biçimini oluşturan bir Orta Asya kavramıdır. Alevi olmak için TÜRK OLMAK ya da TÜRKLEŞMİŞ OLMAK gerekir.

TÜRKLEŞMİŞ KÜRT ya da TÜRKLEŞMİŞ ARAP olur ama, Kürt Alevisi ya da Arap Alevisi olmaz.

Alevilerin önemil bir bölümü, bu gün ne olduklarını, nereden geldiklerini bilmemektedirler. Yüzyıllarca baskı altında yaşamanın korkusuyla kimliklerini gizlemişlerdir.

Önemli bir bölümü, zulümden kurtulmak için, Osmanlı’nın ayrıcalık verdiği Kürtlüğe ya da Araplığa sığınmış, zamanla gerçek kimliklerini unutmuşlardır. Örneğin Tunceli yöresinde CEM TÖRENLERİNİ Türkçe yapıp kendisine KÜRT diyen unsurlar vardır.

1.Selim (Yavuz) Safevi seferine çıktığında, Sivas’a doğru gelirken, yolda 60.000 Türkmeni öldürttü, öldürmeler sistemleştirilerek daha sonra da sürdürüldü.

Aleviler Dersim (Tunceli) ve Malatya-Akçadağ başta olmak üzere dağlara kaçtı ya da Tokat-Aydın-Isparta yörelerine göçtü. Geleneklerini kendi içlerinde yaşattılar ve ilişkiye geçtikleri KORMANÇO, ZAZA gibi aşiretlerin dillerini öğrendiler.

Bu dilleri ana dilleri Türkçeyle karıştırarak kullandılar. Günlük yaşamda ZAZACA ya da KIRMANÇİ karışımı dil kullanıyorlar, ancak dinsel törenlerini TÜRKÇE yapıyorlardı.

Yaşadıkları baskının şiddetini hiç bir zaman unutmadılar ve Türk kimilğini, bilinçli bir unutkanlık içine soktular. Kendilerini ne Türk, ne Kürt, ne Arap ve ne de bir başka etnik kümeden saydılar.

Yalnızca Alevi olduklarını bildiler, içinde bulundukları koşulların ağırlığına karşın, hiç bir şeyden vazgeçmediler. Orta Asya’dan getirdikleri tarihsel ve toplumsal geleneklerini sürdürdüler. Türk yaşam biçiminden ödün vermediler. Türk geleneklerini yaşattılar.

Aleviliğin ileri yapısı, yaşadıkları yörelerde başka toplulukları etkiledi ve onların bu yaşam biçimini benimsemesine neden oldu. Yüksek kültürleri nedeniyle, gönüllü kabule bağlı olarak çevrelerini Türkleştirdiler.

Bunu, yalnızca Kürt ve Arap çevrelerinde değil, Batı Trakya’da, Bulgaristan, hatta Romanya’da da yaptılar.

Aleviliği, din inancıyla sınırlayıp açıklama yapmak gerçeği ortaya koyamaz. Din ve etnik yapı farklı kavramlardır. Birbirine karıştırılmamalıdır.

Bir çok ırktan insan Alevi yaşam biçimini benimseyip ona göre yaşayabilir ve bunların dinleri farklı da olabilir. Türkler, farklı dönemlerde farklı dinleri kabul etmişlerdir.

Türk gibi yaşamışlar ama dinleri farklı olmuştur. Din inancının etnik yapıyla karıştırılmaması tarihi anlaşılmaz kılar. Güncele yönelik sağlıklı sonuç çıkarılmasını karmaşık hale getirir.

İran’da yaygın olan Şiiliktir. Acemler yani İran’ın çoğunluğunu oluşturan kesim, Anadolu Alevileri gibi Müslümanlık anlayışlarında Hz.Ali’yi öne çıkaran bir mezheptendir.

Ancak onların yaşam biçimi Alevilerden yani Türklerden farklıdır. Emeviler, Acemler ve Türklere vahşet uyguladığı için bunların Müslümanlık anlayışı Arap Müslümanlığından farklı nitelik kazanmıştır.

(DEVAM EDECEK)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor