TÜRK-KÜRT İLİŞKİLERİ (5) (Emperyalist Kışkırtmalar)

Anadolu’da Türk-Kürt ayrılığının olabilirliğini düşünmek, gerçekleşme olasılığı bulunmayan sanal hedefler peşinde koşmak demektir.
Bu iki halk, bin yıllık ortak geçmiş içinde o denli kaynaşmış, o denli iç içe girmiştir ki, bunları birbirinden ayırmaya çalışmak, üstelik bunu emperyalist destekli çalışma yoluyla yapmak, Türkiye Cumhuriyeti ve Türklere olduğu kadar ve kuşkusuz onlardan daha çok Kürtlere büyük zarar veren/verecek olan bir girişimdir.
Bu tür girişimler, sonu olmayan çıkmaz sokaklardır.
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni ya da Rumlar değildir. 20.yüzyıl başında emperyalizmin oyununa gelen bu iki halk, yaşadıkları yerleri bırakıp gitmek zorunda kaldılar ve Türkiye Cumuhriyeti için önemli bir olumsuzluk yaratmadılar.
Ancak, bugün ne Kürtler bir yere gidebilir ne Türkler etnik ağırlıklı parçalara bölünebilir. Ne gidilecek bir yer ne de belirlenebilecek bir sınır vardır.
Anadolu’da Türkler ve Kürtler, Türk Ulusu’nun ASAL unsurlarıdırlar. Toplumsal kaynaşmayla iç içe geçerek Türkiye’nin her yerinde beraber yaşamaktadırlar.
Ekonomiden siyasete toplumun her alanında ve her düzeyinde yer alan Kürt kökenli yurttaşlardan, İstanbul’da iki, Ankara ve İzmir’de birer milyon insan yaşamaktadır.
Ortak yaşam, hemen her kent ve hatta kasaba için geçerlidir. Bu insanları birbirinden ayırmak olanaksızdır. Doğu ya da Güneydoğu’da biçimi ve adı ne olursa olsun, oluşacak ayrı bir yönetim birimi, Kürt kökenli insanlarımız için daha geri bir konuma düşme, hak kaybına uğramaktan başka bir şey değildir.
ABD ve AB yönlendirmesindeki ayrılıkçı örgütler, para ve siyasi desteğin itici gücüyle, bugün henüz halka inmemiş olan, Türk-Kürt çatışmasını içeren bir propaganda yürütüyor.
Bunu yapanlar, sonu gelmeyen çatışmalarla dolu bir karmaşa ortamı yaratarak, bölgeye yönelik emperyalist politikaların uygulayıcılığını yapmaktadırlar. Bolca kullandıkları eşitlik-özgürlük gibi söylemlerin kuşkusuz bir değeri yoktur. Anadolu’da bin yılda oluşmuş dengeleri bozma peşindeler.
Halk, sürekli artan yoksulluğa, ağırlaşan yaşam koşullarına ve kötü yönetilmelerine karşın, bu tür örgütlere hala önemli bir destek vermiyor. Onlar, Türk-Kürt ayrımcılığı için çaba harcamanın, sonu acılarla dolu bir serüven olduğunu anlıyor.
Emperyalizmin desteği ile ayakta duran yapay siyasi oluşumların, kalıcı olamayacağını ve sorun yaratmaktan başka bir şeye yaramayacağını görüyor.
Uzun bir geçmiş içinde oluşan, akrabalıklarla dolu birlikteliğin kök sağlamlığını ve bu sağlamlığın yarattığı tarihsel zenginliğini biliyor. Acılar ve sevinçlerle sınanmış dostlukların kültürel yakınlaşmanın ve bunların yarattığı olgunluğun değerini anlıyor ve ona gücü oranında sahip çıkıyor.
Türkiye, halkın nesnelliğine dayanan sahiplenmesi nedeniyle, Sovyetler Birliği ya da Yugoslavya gibi olmuyor. Batılılar bunu bir türlü başaramıyor.
Osmanlı döneminde, merkezi yönetime asker verilmesi karşılığında tanınmış olan özerklik hakları, Kürt aşiretlerince uzun süre serbestçe kullanıldı ve Kürtler, Araplar’dan sonra imparatorluğun en ayrıcalıklı uyruğu olarak yaşadılar.
Bugün, emperyalist devletlerle uzlaşan kimi Kürt kümelerinin sürekli yineledikleri “Kürtler Türkler tarafından yüzyıllardır ezilip sömürülüyor, etnik kimlikleri tanınmıyor” türündeki sözlerin gerçekle bir ilgisi yoktur.
Osmanlı döneminde ezilmekten ya da baskı altına alınmaktan söz edilecekse, bunu Kürtlerden önce Türkmenlerin dile getirmesi gerekir.
Gerileme dönemiyle başlayan yönetim bozulması, 19.yüzyılda yoğunlaşan dış karışmayla birleşince, toplumun her kesimini etkileyen sorunlar ortaya çıktı.
Bu sorunlardan doğal olarak Kürt unsurları da etkilendi. Büyük devletlerin gizli-açık kışkırtma ve desteğinin etkisinde kalan az sayıdaki Kürt aşireti, merkezi yönetime karşı, bu dönemde harekete geçti/geçirildi. Aynı dönemde, yine dış kışkırtmaya bağlı olarak Ermeniler de ayaklanmıştı.
Cumhuriyet döneminde, uluslaşmanın zorunlu koşulu olarak etnik (dinsel) ayrılık ve ayrıcalıkların ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu yöndeki girişimler, yüzyıllarca denetimsiz bir özerklik içinde yaşayan kimi aşiretleri, alışkanlıklarının değişecek olması nedeniyle rahatsız etti.
Tutuculuğu temsil eden bu rahatsızlık, Batılılar tarafından ustaca kullanıldı ve ayrıcılıkçılık desteklendi. Kürt nüfusun küçük bir bölümünü içine çekebilen ulus karşıtı ayaklanmalar bu dönemde gelişti.
Batı Avrupa sömürgeciliğinin kabuk değiştirdiği 19.yüzyıla dek, önemli bir Kürt-Devlet çatışması yaşanmadı. Sanayi devriminin yol açtığı üretim artışı nedeniyle pazar edinme yarışına girişen Batılı büyük devletler, Ortadoğu’da sert bir çatışma içine girmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin ve geniş toprakları, bulunan petrolü bu çatışmaların gerçekleştiği alanlardı.
Bu topraklar, yeraltı-yerüstü zenginlikleriyle, yalnızca değerli bir pazar değil, onunla birlikte Doğu-Batı ticaret yollarının kavşak noktaları ve enerji kaynaklarının merkeziydi.
Uzakdoğu’da sömürgesi olan İngiliz ve Fransızlar, pazar edinme peşindeki Almanlar ve Amerikalılar sıcak denizlere inme peşindeki Ruslar, Osmanlı topraklarıyla yakından ilgileniyordu.
Yürütülen politikaların yöneldiği ana amaç; Osmanlı Devleti’nin politiklarını etkilemek, bunun için işbirlikçi edinmekti. Misyoner okullarını, mali bağımlılıkları, etnik ve dinsel yapıları kullanarak bu büyük ülkeyi paylaşacaklardı. Gerileme döneminin çöküşe dönüşmesi, amaç sahiplerine bu olanağı veriyordu.
Doğu sorunu adı verilerek yürürlüğe sokulan, Batı politikalarının merkezinde; ekonomik bağımlılığı sağlamak, din ve etnik köken farklılıklarını, ayrılıkçı amaçlar için kullanmak vardır.
Para ve siyasi destekle yürütülen kışkırtma, sistemli ve sürekli bir dış karışma politikası durumuna getirildi. Bu politika, yoksullaşan sorunlarına yanıt veremeyen kötü yönetimlerle birleşince, iç gerilimler ve ayrışmalar için uygun bir ortam oluştu.
Etnik ya da dinsel birlikteliklerin niteliğine bağlı olarak, ayrılıkçı hareketler ve çatışmalar ortaya çıktı.
Tüm kışkırtmalara karşın Kürtler, Türklerle halkı kapsayan bir çatışma içine girmedi. Kışkırtıcıların, misyonerlerin, arkeloğ ve antrapoloğ görünümlü görevlilerin yoğun çalışma yaptıkları, paranın kullanıldığı 19.yüzyılda ve 20.yüzyıl başlarındaki tüm çabalara karşın, Türk-Kürt Birlikteliği, güçlüklere göğüs gerdi ve bugünlere geldi. (DEVAM EDECEK)