TÜRK USULÜ BAŞKAN DA, KRAL DA OLABİLİRDİ; ‘MECLİSİ İRADESİ’DEDİ

Birinci Bölüm

Mustafa Kemal Paşa efsaneleşmişti. İşgalci ve vicdansız yedi düvelle savaşın ortasında Türkiye Büyük Millet Meclisini, tabanın her yanını temsil edecek üyelerle kurmuştu. Savaştan sonra o  denli seviliyor, o denli sayılıyordu ki, dileseydi Padişah da olabilirdi, Kral da, Türk Usulü Başkan da. “EGEMENLİK KAYITSIZ KOŞULSUZ MİLLETİNDİR” dedi.

Cumhuriyetin ilanı büyük heyecan yaratmış, dünyada da hayranlık rengin şaşkınlıkla karşılanmıştı. Ancak ülke harap ve bitap vaziyetteydi. Para yok-pul yok, elde yok-avuçta yok, üstte yok-başta yok… Henüz soğumamış küllerden bir devlet yeşertmek olsa olsa mucizeyle geçekleştirilebilirdi.  Esasen, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’ya başbakanlığı veren mektubu aynı zamanda ülke koşullarının hazin bir fotoğrafıydı.

30 Ekim 1923 tarihli ibret belgesi mektubu okuyalım:

Sevgili Paşam,

Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor. Halkın yüzde 80’i kırsalda ve önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi yaşamımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.

Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz-geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, ulusal egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine erişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun.

YARIN: ON YILIN MUCİZELERİ

CUMHURİYET SEVİNCİ: Meclis’te Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte Ankara’da kurulan bu güzel tak büyük coşkuya neden oldu ve haftalarca yerinde durdu. Ne var ki, yokluk, yoksulluk, cehalet ve hastalık her yana hakim olurken, doktor, ebe, ilaç olanağı sıfıra yakındı. Sol üst köşede, “Varolsun Cumhuriyet” yazılıdır.

SEFALETİN TOROSLARDAKİ YANKISI: Cumhuriyet ilan edilmişti ama ülkenin tamamına sefalet, yokluk, hastalık ve cehalet hakimdi. Toroslarda, Tapan Bölgesinde çekilen fotoğraf o günleri tüm derinliğiyle anlatıyor.

MEMLEKETTEN BİR MANZARA : Ülkemizdeki binlerce yerleşke, Cumhuriyet’i bu ve buna benzer görüntülerle karşıladı. Fotoğraf, Manisa’da çkilmiştir.

??????????

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor