VİSKİDEN KAÇTIM ADANA YAKALADI

Yıl, 1981 veya 82… Ülkenin en büyük dış satım şirketlerinden birinde üst düzeyyöneticisiyim. Irak´tan birkaç firma temsilcimiz olmak istiyor. Birini seçmek amacıyla Bağdat´a gittim. O zaman harp yok, darp yok…  Bağdat neredeyse masallardaki ihtişamına bürünmüş. Zenginlik adeta gökyüzünden yankılanarak dünyaya gıcık veriyor. Düşünebiliyoır musunuz; adamlar halı kirlenince yıkatmayıp atıyor ve yenisini alıyor…

Araplarla iş yapanlar bilir; perşembe öğlen tatile girer. Cuma zaten tatildir. Cumartesi-pazar hristiyanların tatili olmakla beraber Araplar bunu da kullanır. Pazartesi tatil yorgunudurlar, pek iş yapılmaz. Ne yapacaksanız Salıda, Çarşambada yaptınız, yaptınız, yoksa öbür salıya kadar avaresiniz.

Listemdeki ikinci şirketin patronu perşembe çiftlikte görüşmeyi önerdi. Sabah birkaç adam lüks araçlarla otelden alıp yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra çiftliğe getirdiler. Patron oradaydı. Hemen yemek hazırlığına girişildi. Büyükçe bir masa donatıldı. Otururken mavi kadifeden torba giydirilmiş son derece pahalı bir viski getirildi. Yemek öncesi içkisi olan viskiyi yemekle sunmaya başladılar. Rakı olsa, şarap olsa neyse ama, öğlen öğlen, hem de yemek eşliğinde de viski içilmez ya!.. İkinci şişe de açıldı. Adamın amacı gösteriş!.. Zenginliğini ve abartılmış sahte misafirperverliği ile etkilemeye çalışıyor.

İkinci gün de benzer bir nezaket işkencesi yaşayınca cumartesi erkenden kalkıp yürüyüşe çıktım. Gayesiz dolaşırken bir sinema salonu bulup girdim. Çok geçmedi, o karanlıkta beni bulup “Ağa sizi bekliyor” dediler. Önekine benzer bir işkence günü daha yaşayınca pazarı nasıl atlatacağım içime dert olmuştu. Yakalanmayacağım bir yer bulmak zorundaydım. Endişeli adımlarla otelden çıkıp bir caddeye vurdum kendimi. Arapçayı daha iyi bellemek için de gözüme çarpan her tabelayı okuma alışkanlığı edinmişim. Bunlardan birinde Bağdat Milli Kütüphanesi yazılı idi. Bir an beynimin aydınlandığını hissettim. Ne ağa, ne de adamları burada bulamazlardı; daldım içeri.

Bir saat, iki saat… Tamam, demek ki saklanacak yeri bulmuşuz. Bu arada İngilizce olanlardan başlayıp bir o kitabı, bir bu kitabı alıyorum. Sıra el yazma kitaplara geldiğinde kütüphanede görevli genç kadın yardımcı olup olamayacağını İngilizce sordu. Adana hakkında bir şeyler bulmaya çalıştığımı söyleyince adeta irkildi. Kaşları çatıldı. Bakışlarındaki nefreti okumak hiç de zor olmadı. İkimiz bir fotoğraftaki görüntü kadar donmuştuk. Böyle ne kadar geçti bilmiyorum. Kendimi toplayıp gülümseyerek “Adana´yı biliyor musunuz?” dedim. Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı tomografimi gözleri ile çektikten sonra “Ailem Adana´dan gelmiş. Ermeniyim ben” diye cevapladı. Sesinden buz parçaları dökülüyor gibiydi. Hemen elimi uzatıp “Hemşeriyiz o halde, ne şanslı bir günümdeyim, güzel ve zarif bir hemşeriyle Bağdat’ta tanışmak büyük mutluluk” derken tereddüdüne aldırmayıp elini yakaladım. Yumuşadığı belli oluyordu.

Yarım saat kadar sonra Sonya isimli hemşerimle samimiyeti ilerletmiştik. Gerçekten ilginç kitaplar buldu. El yazması okuma becerim son derece zayıftır; yardımcı oldu. Takıldığım yerleri İngilizce anlatmaya çalıştı. Hayrettir, Bağdat´ta bu kadar çok eski Adana bulacağım asla aklıma gelmemişti. Viskiden kaçılabilecek en iyi sığınağı bulmuştum.

Kentimize doğulu kitaplarda “Ezene” denildiğini o gün Sonya’nın tercüme ettiği el yazması bir kitaptan öğrendim. Ermeni hemşerim iyice tozlanmış kitapları birer birer çıkarıp sayfalarına şöyle bir bakarak “Bunda da Adana var…” deyip yerine koyuyordu. “Ben arşivde çürümeye yüz tutmuş el yazması kitapları da inceleyip sizin için ön çalışma yapmaya çalışacağım. Arada sırada uğrayabilirseniz yararlanmanızı sağlarım. Doğrusunu isterseniz, sizi tanıyınca ana yurdum Adana benim de ilgimi çekti…” diyen Sonya ile bir süre daha sohbet edip yanaklaşarak(*) ayrıldım. Kısmete bakın, sonraları birkaç kez daha Bağdat’a gittim.  Hemşerimizle karşılaşamadım. Öğrendim ki, Amerika’da yaşayan bir Ermeni ile evlenip ayrılmış Irak’tan.

Bu Bağdat seferinden bir-iki ay sonra Macaristan´da, hemen ardından Manchester kütüphanelerinde ilginç Adanalarla karşılaştım. İşin doğrusu, Viskiden kaçarken Adana´ya yakalanmıştım. Ondan sonra yıllarca Adana yazdım, 60 kadar TV programı yaptım. Sıra geldi kitaplara… Gözünü seveyim; var mı pahalı viski gibisi…

(*) Yanaklaşmak: Dudakları kullanmadan yanakları birbirine sürterek öpüşüyor gibi yapmak. (Kendi icadımdır. Kullanabilirsiniz.)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor