YAĞ CAMİ GİRİŞİNDE GÖKBİLİMSEL İFADE

Öncesinde kilise imiş. 1200’lü yılların ortalarında Bizans Kraliçelerinden birinin himmetiyle, Kudüs’e gidip-gelenlerin ibadetine olanak ve bazı yolcu gereksinimlerine cevap versin diye yaptırılmış. O vakitler, Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “Adana’nın kafiri Ermeni”. Memlûkler Ermeniden yavaş yavaş toprak alıp idaresi için Ramazanoğlu’nu görevlendirdikçe Vasal Ermeni Devleti dağa doğru büzüşmüş. 12 Nisan 1375’te Kilikya Ermeni Devleti tarihteki yerini tamamlamış ve bölge tamamen Ramazanoğlu İdaresine teslim edilmiş.

Paye üstüne paye gelince, insanın biti harekete mi geçiyor ne; Meddin-Müddin Sarı İbrahim Bey, Çerkez kışkırtmasına düşüp “Memlük te kim oluyormuş. Heeeyyyt!.. Var mı bana yan bakan!..” havalarına mı giresiymiş Allah bilir ya; çok geçmeden Sis (Kozan) Valisi tarafından yakalanıp kardeşi Mehmet ve aile efradı ile birlikte esir edilmiş. Bunu duyan Memlûk’ün Halep Valisi Yel Buğra Kozan’a kadar gelip kendisini, aile fertleri ve kardeşi Kara Mehmet ile birlikte öldürtmüş. Sonra da, Adana’yı alıp Ramazan Bey’in diğer oğlu Ahmet’e emanet etmiş (1383).

Şihabeddin ünvanlı Ahmet Bey, lakabındaki anlamla örtüşen, ateş gibi biri. Esaslı bir devlet adamı. İşte, bu Ahmet Bey, Kilise binasını onartıp Cami haline getirmiş. Zamanla tamire ihtiyaç olunca, Adana Yönetim Tarihindeki en büyük devlet adamlarından diyebileceğim Halil Bey 1501 yılında mâbedi (sanırım genişleterek) tamamen yenilemiş.

Büyük Halil Bey’den sonra Bey Konağını sahiplenen Piri Paşa, belli ki babasından birkaç adım daha ileri gidebilmiş; Osmanlı Sarayı’nın gözdeleri arasına girmiş. İşte o Piri Paşa da, Camiin yanına medreseyi ve külliye girişindeki abide gibi duran şahane kapıyı yaptırmış. İşte, o kapıdaki kitabede şu satırlar yer alıyor: “Fi zaman Devlet-i sahib kıran-ı azim Sultan Süleyman Şah Han Bin Sultan Selim Han azze nasrahu, // inşae hezel medrese ve tamir hezel cami’ül şerif el emir-ül ayan Piri Bin Halil bin Ramazan fi sene 960.”

İmdiii, sanırım bu yazıt pek anlaşılmadı.  Halde günümüz diline çevirelim; “Sultan Selim Han oğlu, ulu SAHİB-İ KIRAN, Sultan Süleyman Şah Han, Allah yardımlarını aziz eylesin, hükümdarlığı zamanında, Ramazan oğlu Halil oğlu, büyüklerin emiri Piri, bu medreseyi yaptırdı ve camii 960 senesinde onarttı.”

İçtenlikle söylemek gerekirse, bu SAHİB-İ KIRAN terimini ilk okuduğumda ben de anlayamamış ve aslını bulup faslını görebilmek için hayli kitap-defter karıştırmış, kör kuyularda araştırmıştım. Efendim; sahib-i kıran, “Yaklaşım zamanında tahta çıkan Sultan” anlamında imiş. Bu da yetmedi değil mi? Hadi biraz daha açalım; birbirine nadiren yaklaşan iki yıldız, Venüs ve Jüpiter’in aynı burç üzerine geldiği dönem… Bizimkiler tabii bizim dilimizde bu yıldızlara Zühre ve Müşteri, yaklaşım dönemlerine de Kıran-ı Sa’deyn diyorlar.  Haa, iki yıldız daha var “kıran” olayına bulaşan; Merih ve Zuhal, yani Mars ve Satürn… Bunların yaklaşımına da Kıran-ı Nahseyn tabiri uygun gelmiş.

“Eee, n’oolmuş yani?” anlamında mimikleri görür gibi oluyorum… Hemen açıklayayım; işte böyle bir dönemde tahta çıkan Şah, Sultan, Kral, her ne ise, devletini çok iyi yönetir, onun zamanında her şey çok iyi gider, her kes mutlu olurmuş… Yazıtta, işte bu acayip gökbilimsel yaklaşımla, Kanuni’ye azâmet ve ihtişam elbisesi giydirilmiş…

Konuyla ilgili kaynaklara bakarsanız, yine bu dönemde başa geçenin zamanında, her şey berbat da olabilirmiş. Biz, milletçe iyisini gözleyelim.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor