YALINAYAK OLUR DA SAVAŞ BU; DEĞİRMENE SU GEREK!
Müfrezelerimiz Torosların her noktasında küçük gruplar halinde verilen görevi yaparken yoklukla-yoksullukla da karşı karşıya kalıyordu. Kış şöyle dursun, baharda olsun, güzde olsun Torosların dondurucu soğuğuyla, kırbaç gibi rüzgarıyla baş etmek hiç de kolay değildi elbette. Belki sağdan soldan yenilebilecek otlarla, zamanı ise meyvelerle az çok mide gurultusu da bastırılabilirdi ama her zaman öyle yeşil yerde değiller ki…
Ne yaptılar? Nasıl idare ettiler?
Öncelikle paradan, en az silah kadar, mermi kadar önemli olan paradan bahsedelim. Müdafaa-yi Hukuk yöneticileri para konusuna el attığında varsıllara baş vurdu. Üç oradan, beş buradan toplanırken zenginlerden de ellişer, yüzer geliyordu. Özellikle Suphi Paşa hem kendinden hem de yakınlarından hatırı sayılır meblağlarla katkı koydu. Fakat zamanla yarıştıkları için en kısa zamanda daha çok paraya ihtiyaç vardı. Akıllarına Bosnalı Salih Efendi geldi. Konya’daydı fakat Adana’daki un ve çırçır tesisleri çalışmaktaydı. Durumu anlattılarsa da karşılık göremediler. Yine de yılmadılar. Bosnalı Salih Efendi yardım etmeliydi. Araştırıp öğrendiler ki Gülekli Tevfik Efendi Bosnalı’nın itimat ettiği kişiymiş. Tevfik Efendi, Ahmet Remzi ile birlikte para peşinde koşturan Damar (Arıkoğlu) Bey’in de yakını. Damar Bey Bor’a giderek Tevfik Efendiyi alıp Bosnalı Salih Efendi’nin kapısını çalar. Bu kez tam BİN LİRA koparırlar. O yıllar için çok büyük paradır bu. Bosnalı der ki: “Şimdilik bunu veriyorum ve daha da vereceğim. Fakat sizden çok önemli bir isteğim var. Sakın ola ki benden para alındığını kimsecikler bilmesin. Duyulursa, Ermenilerden de Fransızlardan da çekeceğim var.”
AHMET REMZİ’DEN
‘SÜRÜ’ MÜJDELERİ
Arıkzade Damar, Bosnalı Salih’in peşinde koştururken Ahmet Remzi Bey de kasap ve koyun tacirleriyle görüşmekteydi. Aralarında büyük sürü sahibi, çok zengin olanlar da vardı. Tacirler, “Elbette yardımcı oluruz ama Adana’da durum o kadar karışık ki, mal satıp para alamıyoruz. Size para yerine koyun verebiliriz. İsterseniz parasını sonradan almak üzere elimizdekileri de devrederiz” dediler ve öyle de yaptılar. Bir kısmı teberru, bir kısmı borç olarak alınan sürülerle de kasa kabardı ve bir süre ferahlık verecek düzeye gelmiş oldu. Bu arada sivil halk da gönlünden kopanı, bir zarfa koyup Doktor Baki’ye (Bilgili) verilmek üzere Rifat Gülek Eczanesine bırakırlardı. Ağazade Hüseyin Efendi de 500 çift ayakkabı ile 1000 paket sigara teberru etmişti.
KÖYLERDE EKMEK
VE GİYSİ GAYRETİ
Sivil halkımız da bir şekilde organize olmuştu. Elinden gelenler bulduklar her deri ve kösele parçasından yemeniler dikiyor, yular ve koşumluk ürünler hazırlıyordu. Köylü kadınlar da seferber olmuş, eline geçirdiği her bez parçasını giysi haline getiriyordu. Bu arada koyunlar kırkılıp kirmende eğrilen yünlerden de çoraplar, fanilalar örülmekteydi. Tandırlarda durmaksızın “yuka ekmek” üretiliyor, kazanlarda, iki-üç gün bozulmayacak yiyecekler kaynatılıp çingilleniyor, bohçalanıyordu. Bütün bu çabalar cephelerde cansiperane koşturan askerlerimiz için olduğundan çok daha büyük destek demekti. Bu arada Pamukçuzade Hüsnü ile Keresteci Mustafa Beylerden gıcır gıcır iki Chevrolet otomobil hibe edildi. Otomobillerden birini Ankara’ya, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiler. İkincisi de yeni gelmiş olan Fırka Komutanı Yarbay Raif Bey’e verildi.
DOKTORLARIMIZDAN
UĞRULUKLA YARDIM
Doktor Bahri (Erkam) ve Dr. Salim (Serçe) Fransız hastanelerinden, başta kinin olmak üzere çaldıklarının yanısıra bir şekilde sağladıkları çeşitli ilaç ve tıbbi malzemeyi Vehbi Necip Efendi’nin (Vehbi Necip Savaşan) çiftliğine ulaştırıyorlardı. Aslında ayni yardımların pek çoğu bu çiftlikte toplanıyordu. Ardından da Hadırlı Köyünden Ahretlik diye bilinen Mustafa, aynı köyden Sarraf Hasan ve Kayışlı’dan Cerzun Süleyman, çiftlikten getirilenleri cephelere ulaştırıyorlardı. Bunun için de, bataklık dahil, hiç kimsenin adım atamayacağı çetin yolları aşıyorlardı.
Dedik ya, o değirmenlerin suyu işte böyle cephe gerisindeki halkın toplu çabalarıyla sağlanmaktaydı. SONRAKİ YAZI: Mustafa Kemal Paşa Geliyor.