“YAZININ YALNIZLIĞI”(*)

Adil Bozkurt, Köy Enstitülü öğretmen yazarlardan… Köy Enstitüleri kapatılınca, öğrenim gördüğü Yıldızeli-Pamukpınar Köy Enstitüsü öğretmen okuluna dönüşmüş. Türkçe yazın öğretmenliği ve eğitim yöneticiliğinin ardından emekli olunca Türkçenin arı kullanımı için Türk Dil Kurumu’nca yürütülen çalışmalara halk ağzından derleme ve yazarlardan taramalarla katkılarda bulunmuş. Dergilerde deneme, eleştiri, öykü, gezi türlerindeki ürünleri yer almış. “Çayır Çimen Körebe” adlı çocuk kitabı ile Zeki Büyüktanır tarafından yazılan “Aydınlanma Yolunda Bir Yaşam Öyküsü: Adil Bozkurt” adlı bir kitabı bulunmaktadır.
“Yazının Yalnızlığı adlı kitaptaki bazı denemeler “Gezmektir Yazmak”, “Noktacılık”, “Okuttular Bizi Dilimizi Aldılar Ağzımızdan”, “Yazı Yazmanın Dip Dayanakları”, “Yazının Yurdu Dilidir”, “Tedirgin Olmaktır Yazmak”, “Yazmayı Beklemek”, “Anlamak”, “Ataç’ın Ilımlıları”, “Biçemin Elinden Kendini Alamaz Yazı”, “Örüyü (metni) Okumak”, “Okumuş Gibi Yapmak”, “Dizini Tanımlama Kurmaz”, “Sesçil Bir Düzenektir Örü”, “Nasıl Tümce”, “‘U’ Dönüşü Ustaları”, “Yazının Tükenmez Gücü”, “Doğayı Yazmazlığımız”, “Neden Okumuyoruz”, “İstenmez Konuk Olur Bende Yazmazlığım”, “Yazının Arkadaşlığı”, “Sözcüklerdir Yapıtlar”, “Buluntu Sözcükler”, “Ne Demekse Halk Ozanı”, “Yazınımız, Yazarlarımız”, “Teğet Yazı”, “Yığın Yazı”, “Yorgun Yazı”, “Yola Çıkacak Yazı”, “Yazarını Ele Veren Yazı”, “Okumak Ama Nasıl”, “Kısa Tümce-Uzun Tümce”, “Roman Türünün Sonlanmaz Suçluluğu”, “Üstüne Yazmak”, “Yazınsal Yazı”, “Ünlenmiş Yazar Yazıları”, “İyi Söz Gönül Yaylası” ve “Kimi Okumalarım Benim Bir Başka Ereklidir” başlıklarını taşımakta.
Türkülerin dize olarak, Türkçenin gücünü ortaya koyduğunu belirten Yazar Adil Bozkurt; aydın müzik adamı Ruhi Su’nun: “Türküler, kırsal insanımızın dilekçesidir.”(s.30) sözünü vurgulaması hayli anlamlıdır. “Abartma” konusunda, ”Manda yuva yapmış söğüt dalına/Yavrusunu sinek kapmış duydun mu?” gibi bir halk müziği türküsünün ironili algı yönünden yarattığı tepkiyi ortaya koyan yazar; Sembolist şair Ahmet Haşim’e ait olan: ”Öküz alelâdedir, kavak alelâdedir, vaktaki öküz kavağa çıkar harikulâde vücut bulur.”(s.17-18) demesini de abartı sanatının olağanlığına dair bir yerlere koyar.
Öz Türkçecilik adına şiire, dizin denmesi gerektiğini belirten Adil Bozkurt; “Arapça ‘Şiir’e Türkçe ‘Dizin’ Deriz.” başlıklı denemesinde; “Albert Camus’un kendi dili Fransızca’nın korunup geliştirilmesi için, bir yazar olarak görevini vurguladığı; ”Bireyin iki yurdu vardır: Biri üzerinde doğduğu, yaşadığı topraklar, ülke; öteki o topraklarda konuşulan ulusal dildir. Benim dil yurdum Fransızcadır. Bir yazar olarak ilk görevim, dilimin hudutlarında nöbet tutmaktır.” vurgusunu ileri sürer. Türkçe konusunda duyarlılığı elden bırakmayan Bozkurt, Ali Şir Nevai’nin, “Muhakemet-ül Lügateyn” (İki Dilin Duruşması) adlı yapıtında da “dizin: tartımlı ve uyaklı olan söz, nazım” (s.25) tümcesinin altını çizer.
Marguerite Duras’ın: “Yazının Yalnızlığı” başlıklı bölümündeki; ”Yazı, yabanıl kılıyor insanı. Tanıdığınız insanları artık tanımaz olursunuz. Konsolos Yardımcısı’nı yazmak için üç yılımı vermem gerekti. Bundan kimseye söz edemezdim, çünkü en küçük bir karışma, ileri sürülecek en küçük bir tarafsız düşünce o yapıtla ilgili her şeyi silip atabilirdi.”…(s.7) sözü belki kulaklara küpe olacak özelliğindedir.
“İyi Yazmanın Yoludur Yazmak” başlıklı bölümde, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Şık”ın yazılmış yarısını büyük bir zarfa doldurarak Ahmet Mithat Efendi’ye götürdüm” (s.43) demesi anılarda kalır. “İnsan Hakları”nda, “Ahmet Haşim, dizinin anlamı için kurcalanmasını bülbülü eti için kesmeye benzetir.(s.93) “Kendini Yazmak”da İspanyol ozan Octavia Paz: ”Ozanların yaşam öyküsü yoktur. Onların yaşam öyküleri yapıtlarıdır.” derken; Cemal Süreya: ”Şair şiire dahildir.”(s.113) der.
“Oturup Bir Yazı Yazmak”da, Andre Gorz’un “Bir Aşk Öyküsü” adlı yapıtının bir yerinde karakterlerinden birine, “Yazmak senin yaşamın, yaz öyleyse” (s.212) derken; aynı Andre Gorz, “Bir Yazı Yazmak İçin Yazılan Yazı” adlı bölümde ise, ”Yazarın asıl amacı yazdığı şey değildir. Asıl amacı yazmaktır” sözleriyle dikkat çekerken; Cemal Süreya: ”Her seferinde ne yaptığımı bilmeden çalıştım. Çalışmak da denemez buna. İnsanın kendini oradan oraya vurması gibi bir şey, zorunluydum sanki. Niçin yazdığımı kolay kolay anlatamam.” (s.65) der. “Okumak mı Zor Yazmak mı Kolay”da ise Sait Faik: ”Yazmasam deli olacaktım” derken; Jorge Luis Borges yapıtın asıl kaynağını açıklar: ”İnsanın türlü araçları arasında en şaşırtıcı olanı yapıttır. Mikroskop ile teleskop görme yetimizin uzantısıdır; telefon, sesin uzantısıdır; saban ile kılıç insan kolunun uzantısıdır. Yapıt ise, bambaşka bir şeydir; insanın belleği ile düş gücünün uzantısıdır.” (s.77)
“Yazı Başlıkları, Yapıt Adları”nda Ernest Hemingway’ın: “Öykü ya da romanı bitirince bir başlıklar listesi yaparım; bazen aday sayısı yüzü bulur. Sonra eleme süreci başlar, bazen hepsini çizerim.”; Hayes A. Jacobs’un: “İyi bir başlık etiket değildir, kışkırtmacadır.”; Phyllis A. Whitney’in: ”Yazmaya iyi bir başlıkla başlamayı yeğlerim. Derhal aklınıza gelmesi ve işin başında onun öyküyle örtüşmesi istenendir. Bazen bir başlık sizi doğru yazı planına götürür.”(s.88-89) gibi bakış açıları yazının doğru yolunu işaret eder.
Salâh Birsel, “Okumak Ama Nasıl da”, “Benim okumalarım kendim için değil yazdıklarım içindir.” (s.172) derken gerçekçiliğe aykırı durmadığı gözlenir; “Kimi Okumalarım Benim Bir Başka Ereklidir”(s.202) adlı bölümde Alman düşünürü Wilhelm von Humboldt ise dilin gücünü ortaya koyar: “Bir iç varlık olan dil, etkin bir ruh gücü taşır.”(s.2015)
“…Ataç’a kendilerini eleştirdiği için, Ankara’nın göbeğinde, İzmir caddesinde akşamın karanlığında evine giderken pusu kuran bile çıkmadı mı bizim yazıncıların içinden.” diyen yazar; “Kurtlar Sofrası” adlı romanının eleştirilmesi üzerine Attila İlhan’ın, “Hakem Olur musunuz?” adlı yazısında “Eleştirici, bir yandan çağdaş koşulların estetik bileşimini yazının bütün dalları için düşünen, araştıran, belirleyen adam olacak; bir yandan da, saptadığı ölçütlere göre sanatçıların verdiği yapıtları ölçüp biçen bir adam!”(s.35) dediğiyle; Samim Kocagöz’ün, “Bizde bir kalabalık tür eleştirmeci geçinen var. Bu tür şair, yazar olamayan, olamadıkları için yazara diş bileyen kişiler; ne yazık ki bu kıskançlıklarını ömürleri boyunca yenememişlerdir.” (s.35) suçlamasını aynı potada eritir. “Eleştiri Dedikleri” adlı bölümde ise Rene Wellex’in, “Yazın Kuramları ve Eleştiri Tarihi” adlı yazısında eleştiri gereksinimi konusunda, “Bir sanat yapıtının çözümlenmesi, tanımlanması, değerlendirilmesi için değişmez eleştireli ilkelere başvurmak zorunludur. Yazın tarihçisinin yalnızca tarihçi olması için bile eleştirmen olması gerekmektedir. “ (s.38-39) vurgulamasını ifade eder.
“Baş Başa Konuşmak”da Rene Descartes’in ise karışık ve gerçekçilikle ilgisiz gibi gelen; “Konuşmayı çok önemsiyorum. Usa vurmaları en güçlü olanlar ve düşüncelerini aydınlık ve kolay kavranılır kılmak için en iyi düzenleyenler yalnızca kaba Breton dilini konuşsalar da önerdikleri şeyi her zaman en iyi biçimde kanıtlayabilirler. En hoş buluşları ortaya koyanlar, bu buluşları en süslü ve tatlı biçimde anlatmayı bilenler şiir sanatından hiç haberleri olmasa da en iyi şairler olacaklardır.”(s.164) tümcesinin sanatsal yönden haksız olmadığını kim söyleyebilir.
*(Yazının Yalnızlığı/Deneme//Öğretmen Dünyası Yayınları/Mayıs 2014/216 sayfa)
