YILBAŞININ REÇELLERİ ŞİMDİLERİN MERMİLERİ

Uğursuz ve zalim 2020’nin bitmesine daha iki dakika varken gümbür gümbür seslerle semtimiz sarsıldı. Havai fişek atılıyordu besbelli. Balkona fırladım. Amacım fotoğraf çekmekti. Aradan birkaç saniye geçti, geçmedi, sözleşmiş gibi, aynı anda, yirmi-otuz kadar tabanca veya tüfek cayırtıya başladı. Yine saniyeler farkıyla, kesinlikle abartmıyorum, her salisede birkaç yüz tabanca daha bu tehlikeli ve görgüsüzlük dalgasına katılıyordu. Öyle bir an geldi ki, nasıl anlatayım, o dakikalar içinde atılan mermilerin sayısı, Allah bilir ya, Çanakkale Savaşında atılanlardan fazlaydı.
Kör kurşun dedileri e â n çok balkon efradına denk gelir ya, ben de korktum; “Fotoğrafın canı cehenneme, şu anda öz canım önemli” deyip içeri kaçtım.
Bin kez sorulsaydı, bir kez bile insanlarda bu kadar çok tabanca-tüfek olamayacağını yemin-kassem iddia ederdim. Bu nasıl toplum böyle!.. Bu nasıl heves böyle!.. Kendimizi tanımaz oldum. O korkunç yaygara kulaklarımda hâlâ dalga dalga yansıyor. Yansıdıkça da şaşkınlığım kat be kat artıyor. Sivilde bu kadar silahın ne işi var? İnsanlarımız neden silahlanıyor? Boşa mermi yakmanın anlamı ne? Magandalık bu kadar mı yaygınlaşmış?
Eskiden sadece tehdit altında olduğunu düşünen fabrikatör ve tacirlerin, arada sırada da çiftçilerin ruhsatlı tabancası olurdu. Haa, şu da var, bir de kabadayılar, her zaman değil de, “icabında” silahlı gezerdi. Avcılar genelde harbili dolma tüfek sahibiydiler. Sonradan fişek atan tüfeklere geçildi. Fakat o silahlar sadece av amaçlı kullanılırdı.
ASLA ATEŞ AÇILMAZ ÇÖMLEKLER AÇILIRDI
Daha önceleri kutlama nedir, bilmezdik. İlkokul dördüncü sınıftayken ısrarım üzerine bizim evde de halamın yetişkin çocuklarıyla birlikte ufak tefek kutlamalara başlandı. Sonraki yıllarda da azar azar ciddyiet ve önem kattık kutlamalara. Hatta birinde, nereden duymuşsa, babam eve hindi getirip kesti.
Toplantı yeri ya bizim ev, ya da babaannemin aynı avluya bakan evi olurdu. Annem, yılbaşında açılmak üzere en azından iki çömleğe dokunmaz, sıvalı bırakırdı. Çömlek sıvasını bizim kuşak iyi bilir de, gençler rastlamamıştır, anlatalım. Reçeller hazırlandıktan sonra, yeşil sırlı çömleklere doldurulurdu. Çömleğin ağzına temiz bez parçası sarılır, onun üstüne de yeteri kadar asma veya incir yaprağı yerleştirilirdı. Ardından, bez ve üstündeki yapraklar saman veya kuru ot katılmış çamurla bir güzel sıvanarak çömleğe hava girmesi engellendiği gibi, yan yatması halinde reçelin dökülmesi de önlenmiş olurdu.
Heyecan ve sevinç duyardım reçel çömleği açılırken. Annem bıç â ağın ucunu çamurun alt tarafında gezdirirken yavaş yavaş çömleğin ağzına doğru ilerletirdi. Bu özenli hareket sayesinde, çamur ve yapraklar tüm olarak çıkar, geride sadece tertemiz duran bez parçası kalırdı. Onun da düğümü çözüldükten sonra o canım reçellerin özgün kokularıyla kanatlanmış gibi olurdum. Hepsini severdim de, en çok sevdiğim reçellerin ikisi incirden yapılırdı. Biri daha mazdakken, yani hamken kendiliğinden dökülmüş incirlerle yapılırdı ki, bana göre hâlâ en değerli reçeldir, diğeri de olgun incirden yapılırdı.
Bizim zamanımıza yılbaşılar reçel açılarak taçlandırılırdı…
Şimdiki zamanda ise ateş açılarak sözüm ona kutlanıyor (muş)…
Hadi canım sen de!..