YOĞURT, YA ÇANAKTA YA DA ÇİNGİLLERDE OLURDU

Doğa katili plâstikler henüz yaygınlaşmamıştı. Yoğurt toprak kâselerde veya çingillerde satılırdı. Market yok, bakkallar vardı. Gerektiğinde bakkala bir kapla gidilir, yoğurt bu kaba aktarılarak eve getirilirdi. Çanaklar yarımlık ve urupluk olurdu. Yarımlık, malûm, 500 gramlık, urupluk, yani çeyreklik de 250 gramlıktı.

Diyelim bakkaldasınız ve yoğurt almanız gerekiyor. Elinizde herhangi bir kap yok. O zaman, çanak depozitosu ödemeniz gerekirdi. Yani bakkal sizden hem yoğurdun hem de çanağın parasını alırdı. Çanak iade edildiğinde de, depozito ödenirdi. Böylece ne şiş yanmış olurdu, ne de kebap. Halk arasında depozitoya “dibizot” diyenlerin sayısı hiç de az değildi. Ben de bu “dibizot” sözcüğünü duyunca kendimi tutamaz gülerdim

TOPRAKTAN CAMA GEÇİŞ ATILIM OLDU

1960’lı yılların başı veya öncesiydi. Şimdiki Mavi Bulvar üstünde kurulan çağdaş tesislerin tabelasında Özçakır Mandırası yazılıydı. Kurucu ortaklardan biri, ünlü yatırımcı Özgür ailesindendi. Adana’da ilk büyük buzdolabı ve geniş alanı olan Bakkal dükkânını babam açmıştı. Dükkâna giren her ürün mutlaka nitelikli olurdu. Zaten Bakkal ve Bayiler Derneği İkinci Başkanı olduğu için, babam özellikle ürün kalitesinde çok titizlenirdi.

Bir gün tertemiz kıyafetli, son derece düzgün konuşan üç bey babamı ziyarete gelerek mandıralarından ve üretimlerinden bahsettiler. Sanırım bir hafta sonrasından itibaren dükkânımızda Özçakır Yoğurtları satılmaya başladı. Adana’da, üstünde etiket olan ilk yoğurttu. Aynı zamanda, toprak yerine cam kâseler içindeydi. Cam bir atılım sayılmıştı. Her üründe olduğu gibi, yoğurdun ilk kalite kontrolü evimizde yapıldı. Annem özellikle kaymağına övgüler yağdırıp lezzetini de “Sanırsın ev yoğurdu” tabiriyle ifade etti.

Ne kadar sürdü anımsamıyorum. Bir süre sonra mandıra kapandı. Bu kez babam Reşatbey’deki imalâthane ile konuşup özel yoğurt yapılmasını istedi. Bir koşulu daha vardı; yoğurt cam kâselerde gelecekti. Özçakır, yoğurt ambalajına düzey kazandırmış oldu böylece.

ÇİNGİL YOOORDU

Yaygın adı çingil olan içi dışı kalaylı, iki veya üç litrelik bakır kap daha çok köylüler tarafından çarşıya-pazara getirilirdi. Ayran aşı, süzme veya yoğurtlu kebap gibi gereksinimlerde çingilde satılan yoğurt aranırdı. Bazı yerlerde çingil için sitil veya çıngıl diyenler olsa da, yaygın adı çingildi. Tabanı üstünden azıcık daha geniş, küçük bir kovaya benzerdi. Pirinçten yarım daire kulpu olurdu. O yılların köylerinde harama hile(!) katılmadığı için çingil yoğurdu her zaman üstün kabul edilirdi.

SÜZME YOĞURDU

Daha çok sebze pazarında bulunurdu. Yanılmıyorsam manda sütünün kaymağı alındıktan sonra yapılırdı. Kaymak katılığındaydı. En çok da ayrancılar tarafından aranırdı. Bazı aileler özellikle süzme yoğurdu alıp sulandırarak tüketmeyi yeğ tutuyordu. Ben o yıllarda biraz tuz katarak yemekten hoşlanırdım. Fakat annem nasıl bir torbada süzüldüğünü bilmediğimiz yoğurdun tüketilmesine karşı gelir, gerektiğinde kendi süzerdi.

ANNEMİN SELAMIYLA

Sokağımızda inek besleyen iki aile vardı. Sabahın şafağında süt için giderdim. Annem bazen yoğurt “ısmarlar”, yani sipariş verdirirdi. Bunun içinde, “Oğlum N…. Teyzene de ki; N… teyzeee, annemin çok selamı var de. Yarın için iki kiloluk çingile yoğurt çalacakmışın de…” Yoğurt çalmak, süte yoğurt mayası eklemek anlamındaydı. Yani günümüzün çalma kavramıyla zerrece ilgisi yoktu.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor