YUMURTA TAŞLAR İLE İLK NAYLON ÇORABIM

Bizler ve bizden iki-üç kuşak sonrakiler çoraplık yumurta taşlarını görmüştür. Yumurta biçiminde çakıl taşı. Topuk taşı da denilirdi bu gereçlere. Bazı evlerde tahtadan yapılmış, cilalı ve albenili olanlarını da görmüşüz.

Ayrıntıya girmeden söyleyelim. Bundan 65-70 yıl kadar önceki erkek çorapları birkaç giyimden sonra en çok da topuktan pencerelenirdi. Her hafta, hatta bazen haftada iki kez çorap alınacak değil ya; yırtılan, açılan yerlerin onarılıp kapatılması daha ekonomikti elbette. İşte tam da o zaman topuk taşı – veya tahtası – imdada yetişirdi. Topuğa benzeyen tarafı çoraba içinden ve özenle yerleştirildikten sonra iğne-iplik örgüye girişilirdi. Yavaş yavaş o delik kapanır ve elbette eskisinden daha sağlam olurdu.

NAYLON EFSANESİ

Tıfıldım (*) o yıllarda. Dedem şehit düştüğü için zorluklar içinde büyüyen babam, çocukluğunda mahrum kaldığı ve belki imrendiği her şeyi bize fazlasıyla vermeye çalışırdı. Bu nedenle de daima çorap giymemi isterdi. Eee, tabii benim küçük çoraplar da topuktan, burundan delinir ve onarım isterdi.

Babam bir akşam eve elinde cicili-bicili bir kutuyla geldi. Anneme, “Aç bakalım ne varmış içinde, Cahit Bey Nurettin’e Avrupa’dan getirmiş” dedi. Cahit Bey,  Bakkal ve Bayiler Derneği Birinci  Başkanıydı. Babam da İkinci Başkan. Yakı arkadaştılar. Annem paketi özenle açtı;  küçük,  beyaz bir kutu… Onu da açınca, içinden beyaz iki çift çorap çıktı.  Annem, “Taaa Avrupalardan getire getire bunu mu getirmiş” ifadesiyle çorapları sallayarak babama baktı. Babam o ifadenin anlamını elbette ezberlemişti ve anında açıkladı: “Naylon çorapmış, eskimez, delinmez, yırtılmazmış…” Ailede, belki de mahallede ilk naylon eşyaya ben sahip olmuştum. Naylon sözcüğü duyulurdu ve daha çok asri (**), zarif anlamıyla bilinirdi.

NAYLON RECEP

Bir dönem, amatör de olsa hayli güçlü futbol takımlarımız vardı. Millimensucat da bunlardan biriydi ve sanırım paraca en rahat takımdı. Zamanın en ünlü fabrikası Millimensucat’ın desteğini alıyordu. Nuh Naci ve Nuri Has ile birlikte Fabrikanın ana hissedarlarından olan İbrahim Tekin kulübü her yönüyle desteklerdi. Yurt dışında bile karşılaşmalara gidebiliyordu. Böyle bir yurtdışı programında, oyuncuların cebine bir miktar para konmuştu. Futbolculardan Recep Geze, yememiş, içmemiş, kendine naylon gömlek almıştı. Naylonu kim bulmuş ta giymiş o yıllarda. Tabii Recep Abimiz pırıl pırıl, tiril tiril ve asla ütü istemeyen gömlekleriyle hava atmaya başlamış. Sen misin hava atan, adı çıkmış Naylon Recep’e.

NAYLON KIZLAR

Nurettin Çamlıdağ radyoda sık sık dinlediğimiz türkücülerdendi. En çok da “Ah yine yeşillendi fındık dalleri” parçasını söylerdi. Bir eyyam da “Amanini yalel yalel,  ben sana yandım ya lel” türküsü diillere pelesenk oldu. Şöyle başlardı:

 

Ah bıçak, kara bıçak

Babam dükkân açacak

Evlenmeyin bekârlar

Naylon kızlar çıkacak

Amanini yalel, yalel

Ben sana yandım yalel…

 

Naylon aşağı, naylon yukarı… Her yenilik için bu sözcük kullanılır oldu. Traktör römorkuna “naylon” dendi. Bazıları da traktörü naylon olarak belledi. Sokaklarda naylon dondurma satılır oldu. Giyimine, kuşamına aşırı titizlik gösterene, cakalı-fiyakalı yürüyenlere de “Naylon olmuş” diyenler çoğaldı. Böyle böyle, davranışımız, hatta geleneksel kültürümüz naylonlaştı.

Bilim bugün diyor ki, giysileriniz elden geldiğince doğal elyaftan olsun;  yani, pamuktan, yünden, ipekten, ketenden, viskondan, ramiden… Naylon ve diğer sentetiklerden uzak durmalıymışız. Tabii sentetik yönetimler de bu tavsiye kapsamında sayılır.

(*) Tıfıl: küçük

(**) Asri: asra uygun, çağdaş

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor