Aile: İnsan yetiştirme mimarı

Bir önceki yazımızda, özetle, ülkemizdeki suç olaylarındaki artışın aslında toplumsal sağlığımızdaki bozulmadan kaynaklandığını ve bu bozulmanın nedenlerini de sosyal aile yapımızdaki bozulmayla ilişkilendirmiştim. Toplumumuzdaki suç oranlarındaki artışın ekonomik, siyasi, sosyolojik nedenlerini yadsımamakla birlikte, ben sadece kendi uzmanlık alanım olan psikolojik açıdan değerlendirdiğimi de tekrar belirteyim. Örneğin ülkemizde hırsızlığın, gaspın, uyuşturucunun, tacizin artmasının sosyoekonomik sebepleri önemli olmakla birlikte iyi bir ailede yetiştirilmiş pek çok değerli insan ekonomik olanakları yetersiz olmasına rağmen bu yola başvurmaz. Çünkü iyi bir ailede, iyi bir eğitim almış ve iyi bir insan olarak yetiştirilmiştir.

***

Ailenin, özellikle de anne ve babanın, çocuğun iyi bir insan olup olmamasında en önemli role sahip kişiler olduklarını belirtmiştik. Ancak topluma iyi bir birey yetiştirmek için rollerini iyi bilmeleri ve çocuklara uygun birer model olmaları gerekir ki güzel sonuçlar ortaya çıksın. Mutfakta bir kek ya da pasta yapmak istediğimizi varsayalım. Lezzetli ve güzel bir kek yapabilmek için bazı şartlar gerekir. Öncelikle unun, yağın, şekerin vb. kaliteli, taze ve tam oranında olması gerekir. Bu kural ön şart olmasına rağmen yeterli değildir. Çünkü kek yapmayı bilmeyen bir insan en güzel malzemeden bile iyi bir kek yapmayı beceremez. Malzemenin taze ve kaliteli olmasının yanında kişinin kek yapmak için bilgi, tecrübe ve beceriye de sahip olması gerekir.  Bu örnekten de anlaşılacağı üzere eğer bir bebek doğuştan özürlü veya engelli değilse,  bu güzel malzemeyi, hammaddeyi iyi bir insan olarak yetiştirebilmek için anne veya babanın çocuğun nasıl yetiştirileceğinin;  duygusal, zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarının bilgisi ve becerisine sahip olması gerekir.

***

Ancak son 25-30 yılda Türk Aile Yapısı bozulmuş ve ailelerimiz kendi çocuklarını dahi sağlıklı yetiştiremeyecek, eğitemeyecek duruma gelmiştir. Bize gelen şikâyetlerden bir tanesi de anne-babanın kendi çocuklarına söz geçirememe durumudur. Bunun nedenleri arasında televizyon, internet gibi  teknoloji araçlarının tüm dünyada tek tip ve tüketici bir gençlik yetiştirmesi ve bilginin hızla değişmesi ancak ailelerimizin ise bu değişime ayak uyduramamasıdır. Hala eski yöntemlerle, yani kendilerinin de yetiştirildiği baskıcı yöntemle çocuk yetiştirmeye çalışmaktadırlar.

***

Geleneksel Türk Aile Yapısı’ na baktığımızda aileler çocuk yetiştirirken iki kurala sıkışıp kalır: Ödül ve Ceza. Hatta ödülü bile çocuğa çok görürken çocuğun davranışları cezayla şekillendirilmeye çalışılır. Çocuk güzel bir davranışta bulunduğu zaman çoğunlukla görmezden gelinir, ‘’Zaten yapması gereken buydu.’’ diye düşünülürken çocuk en küçük bir hata yaptığında suçlanır, eleştirilir ve cezalandırılır. Ödül ve ceza derken yanlış anlaşılmasın. Ödül sadece çocuğa kıyafet, çikolata, bisiklet almak değildir. Ödül aynı zamanda çocuğa aferin demektir, onu övmek, takdir etmek, örnek göstermektir.  Sergilediği doğru davranış gösterişsiz ve çocuk küçük bile olsa onunla gurur duymaktır. Ödül,  çocuğun yanlışı ve doğrusuyla sahiplenilmesi ve kendisine bizim için değerli olduğunun hissettirilmesidir. Ödül, çocuğun ayrı bir birey olduğunu kabul edip onun fikirlerini  ciddiye almak ve hatta bazen yanlış düşündüğünü düşünsek bile kararlarına saygı duymaktır. Çünkü hayat en iyi öğretmendir ve aile çocuğuna yaşam içinde öğreneceği fırsatlar sunmalıdır. Çocuğa öğüt vermek, nutuk atmak hiçbir işe yaramayacaktır.

***

Eğer nutuk atmak, öğüt vermek işe yarasaydı, herkes iyi bir insan olurdu. Ödül, çocuğu koşulsuz sevmektir, sadece bizim istediklerimizi yaptığı zaman değil.  Nasıl ki hepimiz sevilmek, beğenilmek, takdir edilmek, gurur duyulmak,  güzel sözler duymak isteriz; işte çocukta aynısını öncelikle ebeveynlerinden bekler ki bu, çocuğun kişiliğinin gelişmesinde çok önemli bir ihtiyaçtır. Ceza derken de kastettiğimiz yalnızca fiziksel şiddet(dayak) ya da bağırma, kızma ve korkutma değildir. Onu güzel ve arzuladığı bir şeyden mahrum etme, örneğin harçlığını kesme de bir cezadır. Fakat fiziksel istismar yani dayak, tehdit ve korkutma onun benliğine zararlı cezalardandır. Çocuğun davranışını şekillendirmede ve arzulanan şeyi öğretmede etkisiz bir yöntem olmasının yanı sıra çocuğun ruh sağlığını da bozar. Ancak bizim toplumumuzda ne yazık ki anne-babalar, öğretmenler ve hatta tüm kurumlarda bilinen en ucuz ve tek yöntem bu olduğu için çocuklar sürekli suçlanır, eleştirilir, tehdit edilir, korkutulur hatta şiddete uğrarlar. Yani çocuk kendisini güvensiz bir dünyada sürekli baskı ve gözetlenme halinde hisseder. Sürekli tehlike halinde ve tetiktedir. Ancak şu bilinmelidir ki tehdit ve korku, çocuktan yapmaması istenen davranışı sadece’’ o an için’’ bastırır ve erteler; ancak tehdit ortadan kalkınca olumsuz davranış yeniden ortaya çıkar. Eğer çocuklar yaptıkları davranışın neden yanlış olduğunu sindire sindire, içselleştire içselleştire, yavaş yavaş ve öğretici kişinin sabır ve hoşgörüsüyle öğrenmediği sürece istendik davranışı öğrenmiş sayılmazlar.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor