AK ALTINI TARLAMIZDAN ÇEKTİK BAKIN NE ÇOK ŞEYLERİ YİTİRDIK

“Ak Altın” derdik pamuğumuza… Coğrafya kitapları da bölgemizden “Beyaz Altın Diyarı” diye bahsederdi. Temmuz-Ağustos dedi miydi, o zümrüt yeşili, o beyaz-pembe güllü, ufuklarda sonlanan tarlalarımız beyaza kesilir, “bolluk-bereket” sözü bile az gelirdi.

Tarlanın çapası, ot dövmesi, pamuğun derilmesi, taşınması binlerce aile için nafaka demekti. İşin endüstriyel yolculukları işte bu nakliyeden sonra, çırçır fabrikalarında başlardı. Çırçırcı, harar dediğimiz dev çuvallardaki kütlüyü, yani çekirdekli pamuğu deposuna aldıktan sonra cin dediğimiz makinelere sevk edip lif bir yana, çiğit, yani tohum bir yana ayırırdı. Burada çıkan uçuntu ve döküntüler özel filtrelerle toplanıp bir yere yığıldığında mükemmel toprak katkı maddesi olurdu. Tarladaki çer-çöp de, sac için, tandır için, ocak için esaslı katı yakıt demekti. Denilebilir ki, pamuğun atığı olmaz, tozu bile işe yarardı.

Lif balyaları esaslı para demekti. Çiğit de, tohumluk ayrıldıktan sonra yağ fabrikalarına satılırdı. Bu işlemler de pak çok aile için geçim kaynağı demekti. Yağ fabrikaları, çiğitteki linter adı verilen minik ve ince elyafı tıraşlayıp para gibi, senet gibi değerli kağıt yahut barut yapan fabrikalara satarak değerlendirir, kalanı da ısıtıp, sıkıştırıp yağ yapardı. Rafinasyondan geçen yağın atığı sabunun ana hammaddesiydi. Yağ ise, hem sıvı yağ olarak, hem de hidrojenize edilip yemeklik katı yağ ve bazı katkılarla kahvaltılık margarin olurdu.

Lif balyaları soluğu iplik fabrikalarında alır, burada çeşitli kalınlıkta, tek katlı, çok katlı, ham, merserize, gazeli, boyalı iplik haline gelirdi. Sonraki duraklar ise dokuma ve örgü makineleriydi. Harc-ı alem’den, yani herkesin normal bir bedelle alabileceğinden tutun, lüks butiklerde dünyalar kadar para eden imrenilecek nitelikte kumaşlar bu ipliklerle yapılırdı.

Bu işlemler de, 1970’lrin ortasına kadar yan sanayi ile Adana’da 400 bin nüfusa ekmek yedirmekteydi. Dokuma ürünleri İstanbul’daki konfeksiyoncuların elinde yurtiçi ve yurtdışı pazarlara rahatça hitap eden bitmiş ürün olarak paketlenirdi. Yani, bir yandan muhteşem iş sahalarının yaratıcısıydı pamuk, diğer yandan da bol bol akan bereketli döviz çeşmesiydi.

PAMUK SAHALALARI NİÇİN ÖKSÜZ KALDI?

En ön sırayı iki neden paylaşır: BİRİNCİSİ, devletin teşvik dediğimiz özendirici politikalardan Adana’yı mahrum bırakması…İKİNCİSİ de, iş barışının yitirilmesi ve sendikal davranışların kanlı mücadelelere kadar uzanması. İş Barışının Adana’daki kadar bozulduğu başka hiçbir kent yoktur. Çünkü federasyon, üyesi en çok olan sendika kontrolündeydi ve Tekstil Sektörü, en büyük istihdamı Adana’da yapmaktaydıç Dolayısıyla Adana’yı alan sendika, federasyonda çok büyük güç sahibi olabiliyordu.

Pek çok büyük fabrika bu nedenle faaliyetini durdurdu.

İkinci neden, kur garantili döviz kredilerinden beklenmedik biçimde garantinin kaldırılması oldu. 9 TL üzerinden tesbit edilmiş dolar, bir gecede 70 Lira’nın üstüne çıkınca, dev fabrikalar fena halde sarsılıp motor durdurdu.

Teşvik yetersizliğinden dolayı teknolojik gelişmelere uyum sağlanamadı. Yenileme veya yeni yatırım için yeterli ortam kalmamıştı. Tesisler ya kapandı, ya da teşvili bölgelere gitti. Buna bir de, yeni teknolojiye uygun pamuk cinslerine yönelinmemesini eklersek, başka neden sıralamaya gerek kalmaz.

Yeniden olmaz mı_ Olur, bal gibi olur. Dünyalar kadar pamuk ithal eden ülke olduk. Giza gibi, Del Cerro gibi uzun ve ince elyaflı pamuk ekersek, neden olmasın? Yeter ki, devlet dışarıya akan dövizlerin bir kısmını çiftçi mahallesine yönlendirsin.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor