BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZİ ESASLI DESTEKLİYORUZ

Bağışıklı Sistemi güçlü olanlara bu şeytan virüs ya dokunamıyor, ya da şöyle bir yelleyip geçiyormuş. Uzmanlar öyle diyor. Hatta bazı bilim insanları, Coronavirüs’ün ilk saptandığı 11 Mart’tan çok öncesinden beri bizde de var olduğunu savlamakta.  Ahha, şu kulaklarımla duydum; Sözcü Gazetesinin Acar Yazarı Yılmaz  Özdil, bir televizyon programında hastalığın 2 Ocak günü İstanbul’da, hastaneye başvuran iki Çin vatandaşının kontrolü sırasında saptandığını söylemişti.Merhum Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Paşa da, belli ki 11 Mart’tan çok daha önce mel’un virüsün ağına düşmüştü.

Konu-komşu devletleri  zar ağlattıktan sonra bizde de bir anda patlar gibi yayılım gösteren “PANDEMİ”, yaklaşık hesapla, test sayısının yüzde 15’i kadar hastayı ortaya çıkarıyor. Devletimizin, bazılarının iddia ettiği gibi Umre konusunda olsun, okulların tatil zamanında olsun, belli kesimin sokağa çıkma yağında olsun geç kaldığını söylemesine karşın –  velev ki öyledir – peş peşe aldığı önlemler her halde tehlikenin yayılma hızını düşürme bağlamında ciddi yararlar sağlamakta.

Bizde günlük rakamlar açıklanmaya başladıktan sadece iki-üç gün sonra, çoğunluk, yasaklı-yasaksız demeden, evine kapandı. Zorunlu olmadıkça dışarıya çıkan, komşuculuk oynayan yok. Sohbetler de, dedikodular da, çok şükür, telefonla ve internet üzerinden yapılabiliyor. Bu arada, imkanı olanlar, sohbet ya da dedikodudan artan zamanlarında “tıkınma” programı uygulamaya başlamış.

  • Ayol duydun mu, zencefil ve limon virüsü alay ediyormuş.
  • Duydum. Zencefili öyle tüketemediğim için çorbaya, yoğurda katıp günde üç kase tüketiyorum.
  • Televizyondaki doktor vitaminleri doğal yollardan almamızı söyledi. Biz de meyveyi bol bol tüketiyoruz.
  • Hepsi yalan, bu essah;  bol sarımsaklı kelle paçaymış bunun ilacı. Elinizin artığı haftada iki kez kelle paça var bizde.
  • Mineral, mineral. Bağışıklık sistemine ne vitamin ne zencefil ne zerdeçal yetmez; illa ki çinko, potasyum, sodyum şart bacım.
  • Hiç biri değil, kuru yemiş, kuru yemiş… En çok da badem, fındık. Ammaaa çiğ olacak ha!.. Bir de kabak çekirdeği.

Muhabbetler böyle uzayıp giderken son günlerde “takı” almaya başladı:

  • Vallahi nasıl oldu bilmiyorum, bir haftada 2 kilo almışım…
  • Hiç sorma, bizde de dutum aynı. Eve kapanınca ağzımız durmuyor. Bağışıklık furyası bizde saniye durmuyor.
  • Çerez, çerez… Kuruyemiş dediler ya, bizde avuç avuç gidiyor. Mübarek bişey… Bir başladın mı duramıyorsun ki!
  • Ne yapacaksın, kilo verilir ama önemli olan bağışıklık sistemini ayakta tutabilmek. Şu badire hayırlısıyla bir geçsin,  bakarız kilonun çaresine…

Bu tarz “muhavereler” sürerken gece gündüz açık olan televizyondaki sakallı doktor anlatıyor: ev yoğurdu olacak. Yumurta ve tereyağını da mutlaka köyden getireceksiniz… Şehrazat Hanım bunları duyunca yan balkondaki komşusuna seslendi: Bilyon mu; hani yağı, yumurtayı köyden alın deniyor ya, mabalı (vebali) boynuna Hasene diyor ki, köylünün gözü açılmış, marketten elli kuruşa topladığı binlerce yumurtayı köyüne getirip şehirden gelenlere bir liradan kakalıyormuş. Komşu saniyesinde onayladı: bilmem mi; fabrika yağına da margarin katıp halis köy tereyağı diye satıyorlarmış.

  • Dünya bozuldu kardeş..
  • He vallaha!… Bu virüs boşuna mı çıktı belliyon sen?
  •  

O sırada ekranda Ekrem İmamoğlu vardı ve “Ne demek devlet içinde devlet olmaz. Belediyeler zaten Devlet kurum, üstelik vatandaşa en yakın olanıdır. Böyle bir zamanda ötekileştirmek ne demek?” gibi bir şeyler söylüyordu.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor