Bir düşünelim
Ali AKILLI
Sayılı günler kaldı. Bir Ramazan ayını daha
uğrulamak üzereyiz. İftar saatinde atılan Ramazan toplarını cennetin zili sayıp,
kandil yandı diye evlere koşan güzellikleri gördük biz. Peki neydi Ramazan? Ramazan,
çocukluğumuzun ilk sevgilisiydi. Mahalle kültüründen kalan en saf sevdanın
resmi.
Omuzlardaki meleklerin sesine kulak verip, kefenin cebini boşaltmanın
günleri.
****
“Neden
hep geçmişi özlüyorum?” diye soruyorum kendime. Cevabım hazır.
“Gelecek mavi değil!”
Bizi biz yapan değerlerimizi öylesine çamura bulaştırdılar ki. Hiçbir güç eski
güzellikleri geri getiremez artık. Ortada yalan bir dünya var. Kıyısından
köşesinden geçsek bile doğrularından kaçamayacağımız.
Geçenlerde bir arkadaşım güzel bir laf etti. “Toprağa verdiğimiz sevdiklerimiz
mi daha çok?
Yaşayan dostlarımız mı?” Saydım! Toprağa verdiklerimiz yaşayan
dostlarımızdan daha çok.
Bu demektir ki, hiçbirimiz ölümsüz değiliz. İhtirasın, haksızlığın bedelini
ödemeye fırsatımız bile olmayabilir. Sayılı günleri yaşarken.
****
Anıların
terazisinde herkes kendini tartsın. Hayatınız boyunca hangi cana can kattınız? Hangi
dertleri kestiniz elinizdeki makasla? Hangi iğneyle hangi ömrü diktiniz? Kimleri
giydirdiniz? Ölümden korkanların hayatta kalma şansı cesurlardan daha
fazla değildir. Yani baş eğmeye değmez. Bir kere olsun birilerinin hakkını
savundunuz mu? Kimlerin elinden tuttunuz? Kimleri karşıdan karşıya geçirdiniz? En
son ne zaman derin bir yolculuğa çıktınız? Vicdanınızın eşliğinde!
****
El üstünde veda ederken bile hayatımız gözaltındadır. Naklen yaşıyoruz! Nakden
yaşayanlar için bunun hükmü olmayabilir ama. Hayat bazen geç
kalmaktır. Son ölü balık kıyıya vurduğunda.
Son bitki tanesi kuruduğunda. Son su damlasının, ekranlardaki yalancı
kahramanlar için döktüğümüz gözyaşından daha değerli olduğunu anladığımızda. Hayatın
paradan, siyasetten ve yalan düşlerden daha değerli olduğunu da
anlayacağız. İşte o anda, kalan vaktimizi nasıl öldüreceğiz? Onu
düşünelim!.