ELLEME KÖMÜR

GİRİŞ NOTU: Sevgili okurlarım zaman zaman yazmamı istedikleri konuları bildiriyor. Daha önce yazdıklarımı okumamışlar. Özellikle sonradan okorum olanlar için, mevsime uygun istekleri tekrar yazarak karşılamak istedim.

 

Şimdi siz başlığa bakıp “Sakın ellemeyin, kömür elinizi kirletir” anlamında algıladıysanız yanılgı içindesiniz. Elleme Kömür, bizim kuşağa göre, kömürcü dükkânında her kömür parçasının elle tek tek seçilmişidir. Ufağı, döküntüsü, marsığı olmayan saf, orta boy, iyi yanmış kömür yani. Marsık, olgunlaşmamış, kömürleşmemiş odun parçasına verdiğimiz isimdi.

Bizler maden kömürünü, linyiti, koku falan bilmezdik. Kömür demek, odundan yapılmış katı yakıt demekti. Yaz kış gerekirdi kömür. Çünkü bazı yemeklerin illa da kömür ateşinde pişirilmesi gerekirdi. Metan gazı, tüp, ocak gibi gelişmiş ürünleri bilen yoktu. Annem, babaannemin önerisiyle bazı yemekleri mutlaka maltızda, kömür ateşinde pişirirdi. Aksi takdirde o yemeğin yeterince özleşmeyeceğine inanmıştı.

Kömür, ayrıca kebap, ciğer, tike (tikeye Adana dışında kuşbaşı dediklerini sonradan öğrendim), köfte günlerinin de tek yakıtı sayılırdı. Bitmedi; bir de ütü için gerekirdi. Elektrikli ütüyle sonraki yıllarda tanıştık. Kömür ütüleri ağır ve hacimliydi. İçindeki kömür ateşiyle ısınırdı. 100 kilo kömür aldıysak, bunun en az 30 kilosu çelik kömürüydü. Çelik kömürü, yaklaşık iki santim çapındaki meşe dallarından yapılırdı ve kebap türleri için en ideal yakıttı. Bunun bir üstünü ise, portakal dallarından yapılandı ki, kebapçılar tarafından kapışılırdı. At arabasında satılan tren kömürü, lokomotif kömürünün tozuydu. Kum yığını gibi dökülür, su ve toprakla karıştırılıp 20-25 santimli yuvarlak kek şeklinde kullanılırdı. Kalorisi yüksekti ve ucuza gelirdi.

Şimdi tam mevsimi; odun ve kömürün eve istiflendiği günler yani. Evimizin duvarları en az 60 santim kalınlığındaydı. Yerden bir metre kadar yüksekliğe dek taş, onun üstü de kerpiçle örülmüştü. Pencere boşluğunda rahatlıkla oturup ödev yaptığımı anımsıyorum. Duvar geniş olunca, niş dediğimiz duvar içi boşluklarımız da hayli kullanışlıydı. Bizim evde niş’e niş değil, kör pencere denilirdi. Babaannem ise ısrarla kör taka demeyi yeğ tutardı. Duvar böylesine kalın olunca bir mangal kömür ateşi zemheri günlerinde bile oturduğumuz odayı gayet güzel ısıtırdı. Annem, ilk akşama girerken, yani ikindi sonrası sokak kapımızın önünde maltızı yakar, kömürün akkor haline gelmesini beklerken maltız yakan diğer komşularla ufak çaplı sohbetlerde bulunurdu. Kömürdeki mavi alev kesilince olgunlaştığına hükmederek dört ayaklı, üstü iki kapaklı saç mangala döküp odaya alırdı. O kadarcık ateş, hayrettir, saatler boyu hizmet verirdi. Mangalımızda sürgü şeklinde sağa sola hareket edebilen şişler de çok işe yarardı. Ateşe doğru iterek üstünde ekmek kızartabilir, kestane pişirebilirdik. Bir yanında da çaydanlık olurdu çoğu zaman.

SOBA DA NEYMİŞ?

Sobalı ev sayısı pek fazla değildi. Fakat her evin odun gereksinimi olurdu. Çünkü avludaki ocaklarda odun yakılırdı. Gençleri aydınlatmak için yazmak zorundayım. Avlusu olmayan tek bir ev yoktu Adana’da. Çamaşır avluda yıkanır, yemek avluda pişerdi. Bir yanda büyüklü küçüklü en az iki ocak olurdu. Ocak dediğim de, tencereyi, kazanı, tavayı oturtabileceğimiz üç topak kütleden ibaretti. Kütle yüksekliği, altında odun akabilecek kadardı. Küçük ocakta 20 – 25 santim, büyükte ise sanırım 30 santim veya biraz daha yüksek olurdu. Bağı-dağı olanlar, ya da kütük olarak almayı tercih edenler ”Odun Yardırancı” denilen iki kişilik ekibi beklerdi. Hemen her gün, her sokaktan en az iki üç kez “Odun yardıraaaan!..” diye bağırarak geçerdi odun yardırancılar. Neden “Odun Yarıcı” değil de “Odun yardırancı” olarak çağrıldıklarını hala da anlayabilmiş değilim.

Birkaç milyoncuk da olsa, Dolarlarınızı sakın dekontsuz teslim etmeyin. Sağlıklı, mutlu, huzurlu, yalan dolansız günler diliyorum.

 

 

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor