“KAÇ-KAÇ”I YAŞAYANLAR DEHŞET ANLARINI YAZMIŞ

  • SEKİZİNCİ BÖLÜM –

O feci günleri yaşayan hemşerilerimizden Abdülkadir Bilginer, yazdığı kitapta şunları söylüyor:

“…Bizler dikenli ve tozlu yollarda, kuşları uçurtmayan, kasıp kavuran güneş tepemizde; etrafımızda insafsız süngülü askerler, durup dinlenmeden yürüyorduk… Askerlşer arasında çok sayıda Ermeniler de vardı. Ellerine istedikleri fırsat geçmiş, bizlerden intikam alıyorlardı. Ara sıra ‘Alçak Dacikler’ deyip gülüyorlardı. Dacik, Ermenice Türk demekmiş. Kafilenin arasına tüfeklerle giremiyorlardı. Canı yananlar bir hadise çıkarabilir korkusu vardı. Bir ara solumuzda acı bir kadın sesi, bağırışlar, itişip kakışmalar oldu. Yaşlı bir nineye çabuk yürü diye dipçik vurmuşlar. O ana kadar ufak tefek homurdanmalar dışında yürüyüş oldukça sakindi. İhtiyar nineye yapılan bu alçaklığa halk dayanamadı. Askerlere saldıranlar bile oldu. Fransız askerleri daha çok ateş açarak, halkı tehdide başladılar…”

YENİ ADANA’YA GÖRE ŞİŞMANYAN YÖNETİMİ

Bu acı olaylar sırasında yayınını Pozantıda sürdüren Yeni Adana, bir yıl sonra Kaç-Kaç’ı şöyle yazmış:

“Adana’nın kara günü, geçen sene Fransızlarla akd edilen mütarekenin (silah bırakışma) nihayet bulduğu günleri takip eden günlerde Fransızlar, ateşlenmiş Ermeniler, gayz (kin) ve ihtirasla zavallı İslamların başına bela kesilmişlerdir. Her geçen gün Adana için kanlı bir matem gölgesi bırakıyordu. Kafkas dağlarından gelen Haydut Şişmanyan Ermeni Kilisesinde bir hükumet tesis etmiş, burada sokaklardan toplanan İslamlar bin bir türlü engizisyon cezalarıyla idama gönderiliyordu. Bütün şehri zulüm, felaket doldurmuştu.

Sırtlan hisli Bremond, Düfyö celladlarına emir vermiş, memleket kan ve ateşle boğuluyordu. Bu hainlikler gittikçe artıyor. Bu son Müslümanların kalbi zulüm korkusuyla titriyor. Kafile kafile kadın, çocuk yollara dökülmüş şehrin cenubuna (Güneyine) doğru akıp gidiyordu.

(…)

Kızlar, kadınlar canlarını kurtarmak için yalın ayak, baş açık temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen kesif (yoğun) tozlara boğularak akın, akın hicret (göç) ediyorlardı. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar, namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu.

Hicret başlamış, kanlı eller ufka doğru yükselmiş, sırtlan sadaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti. Gülistan gibi (Çiçeklerle dolu bahçe gibi) kıymetli memleketimiz ba.”ykuş yuvalarına döndü. Kanlı eller saf-ı Seyhan kıyılarında (Seyhan’ın temiz kıyılarında) yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi.”

DİNLEDİKLERİMDEN AKLIMDA KALANLAR
Sucuzade geride kalmış, Havuzlubahçe’ye yaklaşılmıştı…

Artık şehirden iyice uzakta idiler. Küfürler duyulmuyor, silah sesleri ise çok gerilerden geliyordu. Biraz daha gidebilseler, köylere yaklaşabilseler, suya da kavuşacaklardı… Ama, artık kilometreleri değil, metreleri bile aşacak takat kalmamıştı… Sıcak, asla söz dinlemiyor, inadına yakıyordu.

Bir an geldi, bağrı yananlar, gözlerine inanamadılar. Öndekilere tas tas su verenler zuhur etmişti birden. İnanılır gibi değildi. Kıyamet anında böyle bir mucizeyi yaşamak mümkün değildi. Bazıları, aşırı susuzluğun insan üzerinde hayal görme gibi etkiler yaparak ölüme götürdüğünü düşünüyordu. Ama, hayır, mucize gerçekleşmişti, Bir, beş, on değil, sayısız insan, ellerindeki testilerden, helkelerden doldurdukları tasla yetişiyordu insanlara…

Kana kana içilen o ilk birkaç yudum su, o ana kadar çekilen tarifsiz acıları da yıkayıp yok ediyordu sanki…

AKKAPI’NIN ADINI  O SAAT VERDİLER!

Diken kadar, belki daha da fazla, susuzluk ayrı bir cefa kaynağı olmuştu. Vahşetin en insafsızı, şimdi de su sıkıntısı ile artık dayanılmaz bir hale gelmişti. Çocuklar, diken yarasını unutmuş, “Suuu!” diye ağlıyorlar, analarının yüreğini dağlıyorlardı… Kaçarken yakalanmış testilerdeki su, temmuz sıcağına yetmemişti. Taşıdığı sudan daha ağır olan toprak testiler çoktan boşalmıştı…

Bugünkü Havuzlubahçe İlköğretim Okulu’nun olduğu alanlarda idiler. Sayısını Allah bilir, görevle gökten gelmiş gibi karşılarına çıkan nice güler yüzlü insan, susuza da, dermansıza da yetişip, bahçeler içinden batıya yönelmiş yolu gösteriyorlardı. Takatsizlerle minikler, hayvan ve araba yetmediğinde, sırtta, kucakta taşınıyordu…

Dünya’da kurulmuş en azap dolu cehennemi geride bırakanlara, çok geçmeden tandır ekmeği ve yiyecekler dağıtılıyordu. Istırap yolcuları, artık gerçekleşmiş bir mucize yaşadıklarını kabul etmişlerdi. Zaten akşama kalmadan, Şıh Cemil’in adı kulaktan kulağa yayılmıştı.

Herkes bir ağaç altına sığınmış, susuzluktan kurtulmuştu. Şıh Cemil’in adamları ile karşılaştıkları yeri, yeryüzü cehenneminden kurtuluşun kapısı olarak tarif ediyorlardı. Kapkara kader, işte o noktada aklara bürünmüştü. Kaçış yolunun bu kesimine “Akkapı” dediler. İşte, bugünün Akkapı’sı, adını, o 1920 yılı 10 Temmuz’unda, bu şekilde almış oldu…

YARIN: ŞEYH CEMİL’LE BİTİRELİM

FOTOĞRAFLAR

AHMET REMZİ

AHMET REMZİ BEY YAZDI: Milli Mücadele’ye Fransızların gelişinden önce hazırlanan Ahmet Remzi Bey’in çıkardığı Adana ve Yeni Adana Gazeteleri kapatıldıktan sonra yayını Pozantı’da sürdürdü. Kaç-Kaç’ın birinci yıldönümünde de, o meşum olayı yazdı. Yazının bazı paragraflarını burada sunuyoruz.

IMG_8396

ŞİŞMANYAN: 1882’de, babasının misyonerlik yaptığı İstanbul’da doğdu. Amerika’da hukuk okudu, doktora yaptı ve konferanslarıyla ünlendi. 1918’de Fransız Ordusunda lejyonerb teğmen olarak katıldı. Çok iyi Türkçe de bildiği için yöremize getirildi. Ermeni canilerin yöneticisiydi. Kısa süreli Üçüncü Ermeni Cumhuriyeti’ni kilisede kurdu. Fakat Fransızlar bu cumhuriyeti de aynı gün devirip Şişmanyanı sürdüler. 1945’te Amerika’da öldü.

IMG_8398

ŞİŞMANYAN ADANA’DA: Fransa’nın desteği ve tevikiyle Ulusal Kilikya Ermeni Birliği Gücü  adı altında ve çoğu eğitimli gönüllü gençlerden kurulan 5 bin kişilik lejyoner grubunun başındaydı. Askerlerin yanısıra, yerel çapulculardan da çeteler oluşturan Şişmanyan, fotoğrafta Komite ilei gelenlerle birlikte bu fotoğrafı Adana Hatırası olarak çektirmiş. (Ön sırada, siyah elbiselinin yanında)

??????????
??????????

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor