KURUKÖPRÜ, SİZCE NİÇİN KURUKÖPRÜ?

Adana’mızın köklü semtlerinden biridir Kuruköprü. Yol zenginidir; meydanı tam beş yola bakar…  Kendimi  bildim bileli sorulur: “Niye Kuruköprü demişler?”

Ortada köprü yok, ırmak yok, dere yok… Biz de gençliğimizde çok sorduk. Büyüklerimiz “Bir vakitler orada köprü olduğunu” söyler, fakat nasıl bir yapı olduğu sorusunda tıkanırlardı. Taş mıydı, tahta mıydı; yoksa karışık malzemelerden mi yapılmıştı…

Takvimler takvimleri kovaladı… İçimizde Adana geçmişine karşı öyle bir heves uyandı ki,  buldukça okumaya, okudukça bulmaya başladık. Günlerden bir gün de, Bizans İmparatoru Jüstinyen’in (527 – 565) Adana’ya karşı derin ilgisine rastladık… Bilirsiniz, Hadriyan tarafından yaptırılan Taş Köprü’ye bile Jüstinyen Köprüsü diyenler var.  Okuyup öğrendiğimiz şu ki; köprüyü, bu büyük Bizans İmparatorundan 400 yıl kadar önce Hadriyan yaptırmış yaptırmasına da, Jüstinyen adeta yeniden inşa ettirircesine büyütmüş, genişletmiş. Bu işleri rahatça yapabilmek için de, yukarılarda bir yerde, muhtemelen Eski Baraj dolaylarında, sol yakaya açılan iki dev kanal inşa etmişler. Her biri nehir kadar büyük sayılabilecek kanallarla nehir yatağı sudan arındırılmış.

Dünya çapında büyük coğrafyacımız Piri Reis’in Adana Haritasına baktığınızda Seyhan’dan ayrılan bir kolun Karataş yakınlarında Göl olarak işaretli suya kavuştuğunu görürsünüz. Büyük olasılıkla, kanallardan biri işte bu kol olmalı. Bin sene kadar sonra da Ramazanoğlu Piri Mehmet Paşa, kanalları temizletip tekrar  açarak çeltik tarlalarına su vermiş, şeker kamışı sıkacak değirmenler çalıştırmış. Tarih yazar; o devirde Adana esaslı şeker ihracatçısı…

Allah’ın bidiğini kuldan saklamak caiz değil; Jüstinyen Abi’nin Adana sevdası herhalde güneşe, kebaba, şalgama, hambelese, karpuza bağlı değil… Buğdaysa buğday, meyvanın enva-ı çeşidiyse enva-ı çeşidi,  dokumalık ürün desen pamuk var, keten var, kendir var, keçi kılı var, azıcık da koyun yünü var… Bizim imparator hazretleri (Fatih Terim değil, Jüstinyen’den basediyoruz), nereden buluyorsa buluyor, bir milyon da koyun gönderiyor ki, Adana’dan yün de gelsin. Belki de Adana’daki ottan, kabuktan, kökten rengarenk iplik boyama becerisine dayanarak yapmıştır bu işi, bilemeyiz… Bu da az gelmiş, kalkmış din adamlarına rüşvet verdirtip ipeği de getirmiş kutsal Adana topraklarına.

Bu kadar laf doğradık ya, “Bunların Kuru Köprüyle ne ilgisi var?” diye sorduğunuzu fark ettim; anlatayım efendim… Çünküüü, bir değerlendirmeye göre, Jüstinyen Abimiz “Yazık bu memlekete!.. Her kış sel, her bahar sonu sel!.. Olan bizim buğdayımıza, arpamıza, pamuğumuza oluyor… Tez buna bir çare buluna” diyesiymiş…

Demek ki emir demiri kestiği kadar seli de kesermiş. Mimarlar düşünmüşler, taşınmışlar ve bir ihtimal Demirköprü’nün hemen kuzeyine, kıyıdan nehre uzanan “Mahmuz” inşasına karar vermişler. Mahmuzu anlatmaya çalışalım;  daire parçası gibi yay düşünün. Kara tarafında yüksek, suya uzandıkça alçalıyor. Taştan yapılmış sağlam bir set. Su

İçindeki ucuna doğru inceliyor. Yayın kara kısmı kanala açılmış. Nehirde su yükseldikçe, kanala akmaya başlıyor. Ne kadar yükselirse, kanala giden su o oranda artıyor. Kanal, kentin kuzeyinden gelip batısını yalarken şimdiki Kuruköprü’den geçmekte. Doğu-Batı yolu da buraya göz koyunca, köprü inşa ediliyor. Selde ve yağmurun bol olduğu zamanlarda sulu, sair zamanlarda kuru yatak… Asırlar sonra sel isalesi diye bir şey kalmıyor ama o dere yatağı yağmurlu mevsimlerde iş görüdüğü için köprüsüyle birlikte varlığını sürdürüyor. Daha çok kuru olunca da, oluyor size Kuruköprü…

Büyüklerimiz hayal-mayal anımsardı o köprüden kalan izleri… Neyse ki adı ömürlükmüş; Belli ki gelecek yıllarda da Kuruköprü olarak kalacak.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor