NEREDEEE DÜĞÜN YAPAN LEYLEKLER
Çocukluğumun Adana’sında her ilk ve son baharda gökyüzü defalarca hareketlenirdi. O zamanlar kolay kolay motorlu taşıt geçmez, kötü niyetli adamlar da pek olmazdı. Oyun alanımız sokağımızdı.
İçimizden biri veya bir ağızdan birkaçı gökyüzüne bakarak ünlerdi:
- Leylekler düğün yapıyoooor!..
Hepimiz gök yüzüne bakar ve yüzlerce değil, binlerce değil, on binlerce leyleğin oluşturduğu kıpır kıpır bulutun Adana’nın her tarafını sardığını görür ve dakikalarca seyre dalardık. Uzunca bir süre gökyüzü tamamen griye döner, günün aydınlığı az da olsa zayıflardı. Abartısız söylüyorum, leylek bulutunun bir ucu havaalanında iken diğer ucu Taş Köprüyü geçmiş olurdu. İlkbaharda batıdan gelir, Sonbaharda da Batıya göçerdi leylekler. Bize göre, düğün yapıyorlardı; büyüklerimiz de çocukken öyle bilirdi zahir…
Ne zaman belledik, ne zaman ezberledik anımsamam, fakat hep bir ağızdan
“Leylek, leylek havada,
Yumurtası tavada,
Aş pişirdim yemedi,
Elhamdülillah demedi”
dörtlüğünü defalarca yinelerdik.
Yaz boyunca da orada burada pek sık rastlardık. Nasıl haber aldıklarını bir türlü anlayamadım; yeni sürülmüş tarlaları bir anda istila ederek toprak altından çıkan börtü-böcekle nafakalarını çıkarırlardı. Bir de anız yakıldığında kaçmaya çalışan hayvancıkları avladıklarını defalarca gördüm.
Fevzipaşa Mahallesinin tamamında belki üç, belki beş bağ evi vardı. Babamın halaoğlu Yusuf Ağa’nın buradaki çiftliğindeydik. Uçurtmaya rüzgar beklerken az ilerimizden havalanan leyleğin ayaklarından kurtulmaya çalışan kara yılanı gördüm. Leylek gözden kaybolduğunda yılan hala gökyüzü sefası sürmekte idi.
Bu yıl da nasip oldu, öncü leyleklerle karşılaştım.
Öyle on binlerce değil, hatta binlerce, bile değil; belki yüz, belki yüz yirmi tane kadar. Bizim gibi zamanında Adana’da gökyüzünün kapatıldığını görmüşler için bu kadarı sermayeyi kurtarmaz. Fakat yine de o yılların saflığını, temizliğini, içtenliğini, minicik ‘iyi’lerde yakalanan mutluluğunu taşıyıp önüme yığdılar.
Artık leylekler de düğün yapmıyor belli ki; patırtısız, gürültüsüz, iki şahit bir de nikah memuru, tamam, eline sağlık.
Doğayı ne hale getirdik… Bu felaket basamaklarını son 40-50 yılda çıkmayı nasıl başarabildik, doğrusu hiç ama hiç kavrayamıyorum. Hayvanların neslini tüketmek üzereyiz. Şimdi ağaç katliamını feci biçimde sürdürüyoruz. Hastane bahçelerine kadar ulaştırdık çok şükür.
Sanırım leylekler bebek getirmekten de vazgeçti. Belki de bu nedenle kendi bebeğini kendin yap kampanyası var şimdilerde; “en az üç çocuk!..”
Bildiniz, değil mi?