ODUN YARDIRANCILAR

Mevsim, o mevsimİ fakat dünya, o dünya değil. Yıllar var ki odun yardırancılarla karşılaşmıyorum. “Yardırancı” sözcüğü yazın kuralları açısından doğru gelmese de, biz böyle bellemiş, böyle söylemiştik ve yine öyle söyleyeceğiz.

Anlatalım efendim;

Çocukluğumuzda gaz ocağı yoktu. Bildiğimiz ilk gaz ocağı, gaz yağı ile çalışan pompalı ısıtıcı idi. Deposuna pompalanan hava ile, ısıtıcı kafaya iğneninkinden daha dar meme deliğinden püskürtülen gaz yağı ateşe yaklaşınca buharlaşır, mavi-mor, gürültülü fakat güçlü bir alevle iş görürdü. Kafayı ısıtmak için de menekşe renkli ispirto kullanılırdı. Renk, sadece ve sadece o ispirtonun içimlik alkol olmadığına işaret ederdi ve pek az da olsa, içen, içerdi.

Yaygın enerji kaynağımızı avludaki ocaklarımızı. O zamanlar Adana’da ilaç için arasanız da avlusuz tek bir ev bulamazdınız. Her avluda, çoklukla üç ocak olurdu yan yana. Çay, kahve ve tavalık işlerde küçük ocak, yemekler için orta ocak, ki en çok bu yakılırdı, çamaşırda, reçelde büyük ocak kullanılırdı. Ocaklarda bağdan yahut köyden gelen kütükler, budanmış dallar ve asma sürgünleri yakılırdı. Yetmezse, odun yardırancılara yardırılmış oduna davranılırdı..Odun aynı zamanda soba gıdası idi.

Maddi gücü zayıf olanlar kendi balta ve kas gücü ile parçalardı kütükleri, tomrukları. Cüzdan sahipleri ise, bu işi “Odun Yardırancılara” yaptırırdı.

Odun yardırancı, iki kişilik bir ekipti. Bir el hızarı ve iki balta ile sokak sokak dolaşırken arada bir “Odun yardıraaaaannn!..” diye bağırırlardı. İhtiyacı olan da avlu kapısına çıkarak “Odun yardırancıııı!” diyerek çağırırdı. Aslında bu ekip, “Odun Yarıcı” idi ama hayatımın o dönemi kapsayan yılları içinde bir kez bile “Odun yardırancı” dışında çağrı duymuş değilim.

Önce, kesilip parçalanacak kütükler, tomruklar gösterilerek pazarlık yapılır ve nihayet anlaşmaya varılınca işe koyulurdu odun yardırancılar.

İlk olarak bir eşek yaparlardı. Eşek, (X) gibi çapraz çakılmış iki odundan sağlanan bir çift taşıyıcı idi. Alttan birbirine bağlanırdı ve (X)’in üstüne yerleştirilen kütük ya da tomruk, yaklaşık iki metre uzunluğunda iki kollu bıçkı, yani hızarla sobalık ya da ocaklık boyda kesilir, sonradan da balta ile yarılırdı.

Sanırım bu hızar işi Ömer Hayyam zamanında da varmış ki, bencillere laf sallarken şöyle demiş;

“Olmayalım keser gibi, hep bana, hep bana,

Olalım testere gibi, bir sana, bir bana”

Hala anlamış değilim; balta oduna inerken oduncunun ağzından kallavi bir “Hıh!” sesi çıkardı. Öyle ki, adam “Hıh!” sesi çıkarmazsa, sanki o kütük yarılmayacak, balta, sapından uçup gidecek gibi gelirdi bana. Ne zaman bir odun yardırancı görsem yaklaşır, gerektiğinde balta faslına gelinceye kadar beklerdim. Derdim, acaba bunlar da “Hıh!” diyecek mi, yoksa odunu “hıh’sız” yarabilecek mi merakımı bastırmak. Bütün içtenliğimle yazıyorum, odun yardırancıların hıh’sızına hiç rastlamadım.

Bir tek halamın eşi bağda odun yararken “hıh”sız iş yapardı. Zaten “hıh”ın baltadan değil de insandan geldiğini bu sayede anlamıştım.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor