SOKAK HENDEKLERİ

Var mısınız zamanda 68 yıl geriye gitmeye? Ben gidiyorum; giderken zorunlu olarak taktığım gözlük net göstermiyor. “Hayal-meyal” derler ya, öyle yani. Sokağımızın yolu toprak. Her yıl kış öncesi Seyhan çakılı dökülerek bir nevi stabilize edilirdi.Adana’daki kenar mahallelere göre lüks sayılırdı. O kadar lüks ki, yağmur suyu drenajı için açık sistem kanalizasyon olanağına sahiptik.

Bilen var, bilmeyen var… Ne demek açık sistem kanalizasyon, önce onu anlatalım. Sokağımızın iki yanında, bir baştan diğer başa uzanan hendekler vardı. Genişliği 60 santimle, yerine göre bir metreye kadar değişen hendekler yarım daire kesitliydi.  Orta noktadaki derinliği de 25 ile 30 santim arasında olurdu.

O yıllarda Adanamız daha fazla yağış alırdı. Şimdilerde toplam yağış 600 kilonun biraz üstünde. İçinde gezinmekte olduğum zaman diliminde ise 720-750 kilo dolaylarındaydı. Aralık yağmurları bir başladı mı, sıfır kesintiyle günlerce, tatlı tatlı yağardı. Ocak yağışları bazen çok kuvvetli ve gök gürültülü olurdu. Bir sonraki bodur ay “Sidikli Şubat” diye anılırdı.

Yağmurla gelen yüzey suları sokağımızın iki yanındaki hendeklerle taşınırdı. Nereye giderdi, vallahi pek emin değilim ama, şimdiki Bakımyurdu Caddesi boyunca, güney yanından havaalanına doğru uzanan geniş bir kanala ulaştığını sanıyorum. Kanalın dış tarafındaki sık kargılar gözümün ününe geliyor. O yolun iki yanı, Ziya Gökalp İlkokulu’nun biraz batısından itibaren bahçelikti .Amcama sorduğumda, “Adana’nın yağmur suyu da, çirkefi de o ganelle (kanalla) Ağba’ya gider” demişti. Ağba denilen alan bataklıktı. Yazın küçülür, yağışlı mevsimlerde genişlerdi. Bir yanı balta girmemiş, bol domuzlu ormanlarla kaplıydı ki, o ormanların imha edilişine tanık olanlardanım.

Yüzlerce desem hakkını vermemiş olurum, sanırım binin üstünde manda gönenirdi Ağba’da. Doğu kıyısındaki köye boşu boşuna Camuzcu dememişlerdi tabii. Bazı mandalar çok iriydi. Evliya Çelebi toroslardaki yabani mandaları dabbet-ül arz’a benzetmiş. Belki bunlar onların  torunlarıydı. Dabbet-ül arz, kıyametten az önce yer yüzüne gelecek çoook iri bir hayvan. Her adımında yer titreyecek ve güm-güm ses çıkaracak. Benim savım değil, eski bir inancın ürünüdür bu.

Evimize girebilmek için tahtadan yapılmış küçük bir köprü vardı. Sadece bizim değil, her evin önünde olurdu köprü. Zenginlerinki demir veya betondan yapılırdı. Şimdi olsa, o demirleri Suriyeli din kardeşlerimiz (ya da cin kardeşlerimiz) söküp satardı. İyi ki o yıllarda dışarıdan din kardeşi getirmemişiz.

Belediye, her sene yaz sonunda hendekleri otundan, taşından arındırır, topaklanmış balçıkları yok ederek kışa hazırlardı. Bir yıl önce, bir yıl sonra, emin değilim ama 1953 gibi geliyor bana, Adana’ya kapalı kanalizasyon sistemi döşenmeye başladı. Kurtuluş Caddesindeki çalışmalar yapılırken bizim sokağa da beton baks denilen dikdörtgen kesitli galeriler geldi. Kırk-elli metre aralıklarla da rögar ızgaraları yerleştirildi. Çok geçmedi, bordür döşenip beton döküldü.

Offf!.. Geçmişteki “hayal-meyal” görüntüler yordu. Merhaba şimdiki zaman. Kavala berat  ederek hapse girmiş. Herkes adaleti konuşuyor. Suriyeli din kardeşlerimiz bütün gecüyle çocuk yapmanın zevkini yaşıyor. Ekmek elden, su gölden değil; ekmek de, su da bizden. Ne diyelim, iyi olur inşallah!..

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor