TOPAL ALİ’NİN MEKTEBİNDEN

Altı yaşındakilerden tutun, ortaokul sondaki çocuklar da Ali derdi. “Ali Abi, Ali Emmi, Ali Bey, Ali Efendi” diyenle hiç kimse karşılaşmamıştır. Dükkanı, aynı zamanda eviydi. Dükkan dediğime bakmayın, makine kullanılmayan ufacık marangoz atölyesi demek çok daha doğru olacak. İki buçuğa, belki üç buçuk metre ölçülerindeydi. Çok şişmandı; mekanın neredeyse yarısını kendi kaplamaktaydı. Belden aşağısı tutmadığı için onu her zaman otururken görürdük.

Her türlü işini testere, keser, çekiç, pense ve rende kullanarak oturduğu yerde yapardı. O dükkandan ürün olarak tahta, çivi ve teneke kullanılarak yapılmış oyuncaktan başka bir şey çıkmamıştır. Bahsettiğim 1950’li yıllarda oyuncakçı dükkanı diye kavram henüz duyulmuş bile değildi. İpliği tükenmiş makara, bozuk rulmandan çıkmış bilye, araba lastiğinden kesilmiş cant dudağı tekerlek, bükülmüş telle yapılan dayanıksız eşyalarla oynardık. Tabii fırındak (fırıldak, topaç), kasnaklı kuş, gazoz tapası, karton sigara kutularından kesilmiş kağıtlar ve çizgi oyunlarımız gibi olanaklarımızı unutmamak gerek.

Karoseriden tekerleğe her tarafı tahtadan yapılmış taşıtlar lüks sayılırdı. Topal Ali işte bu tür oyuncakları yapardı.  Bir de 50’li yaşlarda, her zaman dkine çizgili gömlekli, kahverengi şalvarlı, başı kasketli, ayağı yemenili ana satıcısı vardı. Her sabah gelip hazırlanmış oyuncakları yüklenir, şalvar cebinin derinliklerinden eğilerek çıkardığı bez torbacığın düğümün özenle açıp içinden çıkardığı bir miktar kağıt ve metal parayı bırakıp giderdi. O para sayılmaz, Ali  sağ elinin parmaklarını alnına götürerek sessizce teşekkür edip yanındaki kutuya atardı.

Ana satıcı haftada bir – iki de lazımlık siparişi verirdi. Lazımlık, bizim kuşağın iyi bildiği ve sadece küçük çocukların kullanımına özgü açık hava tuvaletiydi. Tuvalet yazdım ki, ortalık kirlenmesin. O yıllarda bildiğimiz adıyla hela deseydim kabalık sayılabilirdi, demedim.  Nezaketen WC de yazabilirdim ama o da çok alafranga olacaktı. Lazımlık, dedim ya, bir yaşından 3-4 yaşına kadar bebelerin, çocukların oturabileceği minik iskemleydi. Oturulacak yerin tam ortasında, yanılmıyorsam, 15 santim çapında delik olur, bu deliğe de alüminyumdan yapılmış bir kap yerleştirilirdi. Belli aralıklarla bu sandalyeye oturtulan çocuk, bir süre sonra doğal ihtiyacını gidermiş olunca kaldırılıp temizlenir, alüminyum kap da bir sonraki kullanım için yıkanıp yerine kunulurdu. Eksik kalmasın, minik rahat otursun  diye, bir de ortası boş, yuvarlak minder kullanılırdı. Aslına bakarsanız, o yıllarda bizler alafranga tuvaleti duymamış, klozeti görmemiştik. Şimdi fark ettim, bizim kuşak bebekliğinde tanışmış klozetle, hem de minderlisi ve seyyar olanına.

Topal Ali’nin mekanı çocuk akademisi gibiydi. O minicik dükkanda ne zaman gitsem en az altı-yedi çocuğu konuşurken bulurdum. Bir saatte bin konu falan açılırdı her halde. Büyüklerin o günlerde dillerine dolaşan her şey buradaki meclise de tartışılırdı. Konular arasına siyaset de girerdi, spor da, cinayet de… Ağzını bozanlar “Lan seni babana ikayet edecem” tehdidiyle hizaya gelirdi.   Parası olana leblebi, çekirdek, iğde, çedene de satardı Topal Ali. Ben leblebi almak için arada sırada giderdim. Birinde Ali Amca diye hitap ettiğim için çocuklar kahkahayı bastı. Eminim o güne dek amca, abi, dayı, emmi gibi sıfatların hiç biri kullanılmamıştı. Yaşı ne olursa olsun, her çocuk sadece Ali diye hitap ederdi. Bu nedenle de sözüm çok komik karşılanmıştı.

Ben rastlamadım; Topal Ali, karnesi iyi olanlara yarım çay bardağı dolusu leblebi hediye edermiş. Mekanı Cennet olsun.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor