HOROZDİBAK MIYDIII YOKSA OROZDİBANK MI, NEYDİ ADI?

Bu ismi ilk duyduğumuzda tıfıl bile denmeyecek kadar küçüktük… Peder, Orozdibak Meydanındaki idam sehpası kaldırılırken gördüklerini anlattı ve “Bilseydim, daha erken davranıp çocuğu da götürürdüm. Kötülüklerin sonu neymiş, görsün, ders alsın diye ekledi.

En azından 65 yıl önceki konu; galiba kirvemizle konuşmuştu bunları…

O andan itibaren idam sözcüğü beynimizi uzun süre meşgul etti. Bir insanın iple ve herkese göstere göstere asılarak öldürülmesi; boynundan asılmış cansız bedenin arada bir sağa sola dönerken yüzlerce kişi tarafından izlenmesi…

Günlerden bir gün, mahallemize bağlı çıkmaz sokaklardan birindeki metruk evde “kendini idam etmiş” esmer, zayıf delikanlı yaştaki birini gördük. O akşam, ölüm kültürümüze intihar kavramı da katılmış oldu…

Ayşe isimli genç hizmetçi, evin sahibi hakim beye ölesiye tutulmuş…

Ölesiye ile sonuç alamadığından olmalı, “öldüresiye” tarafına yönelip hakimin eşi ile çocuklarına kıymış. Tabii ki kısa sürede itiraf etmiş. Türkiye’de idam hükmü yiyerek asılan ilk kadın diye bahsederlerdi; onun infazı da Horozdibek’te yapılmıştı.

Galiba 27 Mayıs İhtilali’nden kısa bir süre yahut sonra idi. Mardin Canavarı Hıdır Çeçen’in de burada sehpaya çekildiğini iyi anımsarız çünkü Orta iki öğrencisi idik…

Aynı meydan’da siyasi parti mitingleri de yapıldı yıllar yılı… Rahmetli Kasım Gülek’i de burada, genç bir gazeteci olarak dinlemiştik. İyi bir hatipti. Damardan tuzlama niteliğinde etki yaptı ve konuşmasını bitirir bitirmez eller üzerine alındı. Kalabalık üzerinde uçuyor gibiydi ki, bir anda yüzü alt üst oldu. “İndirin be, indirin!..” diye bağırdığını duydum. Meğerse, cüzdanını çarpmışlar zavallının bu arada…

O meydan; bir, görmeyip çoook dinlediğimiz yangını ile, bir de, idamları ile aklımızda kalmıştır…

HOROZU VAR AMMAAA…

Horuzdibek derlerdi… Horozdibak yahut Orozdibak diyen de olurdu… Horuzdibei de yakıştırılırdı zaman zaman… Bazı bir kişiler de, son bölümünün aslında frankçe “bank” olduğunu iddia ederek “Orozdi Bank” şeklinde düzeltirlerdi… Horoz kısmı, ufak tefek nüanslarla tutsa da, sonraki bölümde, işte böylesine ciddi farklılıklar olurdu…

Sheakespeare, yani Şekspir isimli İngiliz müellifin bir lafı vardır, bilirsiniz; “Gülün adı başka bir şey olsa idi, kokusu değişir miydi?” diye hani… Biz de, adından vaz geçtik, nedir bu horozlu, orozlu şey diye büyüklerimiz nezdinde sorgu-sual hakkımızı kullanarak, aslında bir hayli zorlanarak, anılan işbu meydanda, bir vakitler Avrupa düvellerindekine parmak ısırtacak kadar büyük ve zengin ve yüksek sosyeteye mal yetiştiren ve ne ararsan bulunabilen ve üç katı zırha-zırh her türlü mal dolu olan ve mis gibi parfüm kokusu daha giriş kapısına yaklaşılırken duyulan alafranga dükkan olduğunu öğrendik. Aslında yine eksik öğrenmişiz; dükkan falan değil, resmen bir acayip çok katlı mağaza…

Orozdibek (?) Meydanı’nı bilmeyenler için söyleyelim; şimdiki Vakıflar Sarayı denilen binanın kapladığı alan idi. Hani, Ali Münif Yeğenağa Caddesi’nin Postane Kavşağına bakan büyük bina…

SENE YİRMİYEDİ İDİ…

Sene 1927… Büyüklerimizin anlatımı ile “Yirmiyedide…”

Aylardan Kanun-u sani, yani Ocak; Ocak ayının 17’inci günü…

O sabah, sadece Adanalılara değil, çevre il ve kasaba zenginlerinden maada, Ortadoğu’dan teşrif buyurmuş mihman-ı aliler, yani yüce misafirlerin alışveriş ettiği mağaza her zamanki gibi faaliyetini sürdürüyordu.

Fakir-fukara, mağazayı arada sırada ya vitrin boyutunda, yahut da kapısından bakarak izleyebilirdi. Bir bakıma, burada sadece mağaza değil, müşteriler de parfüm kokardı sanki…

ÇARŞAMBAYA: DEVAMI İKİNCİ BÖLÜMDE

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor