ZAMANIMIZDA, CUMARTESİ GÜNLERİ 3 DERS YAPILIRDI

Bizim kuşak ilk ve orta öğrenimini yaparken Cumartesi günleri de okula giderdi. Diğer günlerde 5, Cumartesileri ise 3 ders yapardık. Kuşusuz, Pazarlarımız tatil günüydü. Lise bitinceye kadar tam gün eğitim görmedik. Hep sabahçı-öğlenci olarak okuduk.

Cumhuriyet’le başlatılan “Üretim, illa da üretim-Eğitim, illa da eğitim” sürecinde tarıma da ağırlık verilmişti. O yıllarda halkımızın dörtte üçünü köylü ya da köyde arazisi olanlar oluşturuyordu. Tarla-takım işleri de hayvan ve insan gücüyle yapılabilmekteydi. Traktörün adını duymayanlar çoğunluktaydı. Başlangıçta 15 milyon kadar nüfus vardı ve iş yapabilecek erkekler arasında savaşta kolunu, bacağını kaybetmiş olanların sayısı az değildi. Sonuç olarak, aile bireylerinin, yediden-yetmişe, hepsinin yapabileceği işler vardı. Devlet, hem üretim hem eğitim hedeflerini birlikte gözettiği için, okul süresini de ekim-dikim ve derim dönemlerini kapsayacak şekilde ayarlamıştı.

Okullar Eylül sonu açılır, 19 Mayıs’tan sonraki ilk Cumartesi günü tatile girerdi. Köy okulları ise bir hafta geç açılır, bir hafta erken tatil edilirdi. Böylece, o yıllarda son derece önemli olan iş gücü gereksinimine destek sağlanmış olurdu.

Düşünüyorum da, okulların şimdikine göre daha geç açılıp daha erken kapatılması hiçbir şekilde eğitim kaybına neden olmazdı. Çünkü Cumartesi günleri de okul olunca, öğrenim süresinde fark kalmıyordu. Laf aramızda, bizim öğretmenler de, okullar da, müfredat da şimdikilerden çok daha öğreticiydi.

lkokulu bitirmiş yetişkin sayısı azdı. Kız isterken “Şehadetnamesi var” diyebilmek kız evi nezdinde puan kazandırırdı. Şehadetname, ilkokul  diploması demekti. Eğer eğitim daha yüksekse “Ortaokul mezunu, lise mezunu” nitelemeleriyle ile hava atılırdı. Hiç unutmam, bankalar müdür yapabilmek için ortaokul mezunu ararlardı.

Başıma geleni anlatayım…

Anarşiye kurban giden dünyalar iyisi, fakirlerin hamisi Doktor Muzaffer Ersalan çok yakınımızdı. Delikanlılıktan birkaç basamak aldığım zamanlardı ve çok terlemekten utanır olmuştum. Muzaffer Abiye gittim. Dinledikten sonra “Yat bir muayene edelim” dedi. Baktm; ciğer, böbrek, yürek kontrol ediyor. Stetoskop kulağında, arada bir “Şöyle dön, nefes al, öksür…” gibi komutlar veriyor. Uzun bir muayeneden sonra döndü, “Maşallah sapasağlamsın.  Terlemeye gelince, şaşırdım; koskoca ortaokul öğrencisisin, terlemenin ne kadar yararlı olduğunu bilmiyor musun?” dedi. Gerçekten de, Tabiat Bilgisi dersi görüyorduk. İnsan vücudunu da geniş geniş tanıtan dersti. Organlarımızı latince isimleriyle öğrenmek zorundaydık. Hocamız, Merhum Peyami Soysert sözlüde “Akson ile dendrit nedir, aralarındaki fark söyle?” diye sormuştu. Bildim; her ikisi de sinir hücresiydi Biri tek dallı, diğeri çok dallı duyargalara sahipti. Bunları bile ezberlemişken elbette ter bezleri ve terleme hakkında bilgim de vardı. Şimdi, soru şu: Günümüz liselerinde böyle bilgilere yer veriliyor mu? Haaa, gerekli miydi, değil miydi, ayrı bir tartışma konusu. Amacım, o yıllardaki eğitim hakkında bilgi sunmaktan ibaretti.

Son sözüm de şu: iyi ki hafta tatili iki güne çıkarıldı.

XXXXXX

ESKİ ADANA’YA ÖZLEME

YORUM 1200’Ü ÇOK AŞTI!

Saygıdeğer Okurlarım,

Geçtiğimiz hafta eski Adana’daki evlerde bol bulunan ahşapların bayram öncesi fırçalanması ve boyanmasını anlatmıştık. Beklenebileceğinden çok fazla yorum geldi. Belli ki, bilenler, o “Büyük Köy Adana”yı şimdikinden çok daha sevimli, çok daha yaşanası kent olarak tanımlıyor. Tahta fırçalama ve boyama ile 50-60 yıl öncesine kurulan köprüden, o yıllara ait nice anılar yorumlarla gelip geçti. O yılların sokak satıcılarından yapılarına, tozlu toprak yollarına, nabantlara kadar sayısız anılar demet demet sergilendi.

Halen de yorum geliyor. Paylaşımlardakilerle birlikte 1200’ü çok aştı. Tamamını yayınlamamıza olanak yok. Bu nedenle, tüm okurlarımın ilgisine ve yorumlarıyla konuya derinlik kazandırmalarına çok teşekkür ediyor, yorum yayınına burada son vermek zorunda kaldığımı belirtiyorum.

NECATİ DERYA: 70’lerde westwrn kasabası gibiydi. Çok severdim Adana’yı. Kerpiç evler, ahşap evler, toprak ve kesme Karataş yollar, atlar, atlı arabalar, nalbantlar ve de nalburlar, nal sesleri, kırbaç sesleri, vs…

ŞAHİN TAŞKIN: Nurettin Bey, o güzel günleri, annemi, rahmetli ablalarımı, nahsettiğiniz işleri hatırlattığınız için teşekkürler. Kaleminize sağlık.

SEYHAN ORTAÇ: Çok güzel Adana diliyle anlatmşsınız.

CAN BOLGEN: Nurettin Bey, yüreği sevgi dolu bir kişisiniz. Ne güzel paylaşımlarınız var. Sağ olun, var olun. Güzel nılarla geçmişi  hatırlatmalara vesile olmanız çok hoş. Teşekkürler.

AYŞEGÜL GÜMÜŞ: Her bayram öncesi bana düşen bu işi çok yaptım. Bir de yukarı dğru sürgülü, yandan kelebek üstünde duran minik camlar yok mu; ahh, hepsi tek tek silinirdi.

GÜLDANE SOYLU: Evet… Çocukluğumdaki Adana ve hatıralar çok daha güzeldi. Ben, o çocukluğumdaki Büyük Köy Adana’yı özledim. Çünkü o zaman çok daha mutluyduk.

NERİMAN GÖKCAN ULUGAY: Hocam, eğer anlarınızda varsa tahta kurularını ve pireleri de yazın bizahmet. Bakın, neler çekmiş o evlerde millet. Teşekkürler.

NURSELİ MAHİR: Geçmişe daha fazla özlem duymaya başladık. Çünkü eski Adana’nın çok güzel bir ruhu vardı. Bereketli kırmızı topraklar, yemyeşil bahçeler, mahalle kültürü, komşuluk ilişkileri… O yıllar yaşanası idi.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor