ZORUNLU DİN DERSLERİ ÇOCUK HAKLARININ İHLALİDİR

Anadilinin eğitim dili olarak kabul edilmesinin yanı sıra, zorunlu din densleri de çocuk haklarını ihlal eden bir uygulamadır.

Din dersleri, 1982 Anayasası ile zorunlu hale getirildi ve Müslüman-sünni öğretisine dayanan zorunlu din dersleri, inanç özgürlüğüne tamamen aykırı olarak uygulanmaya devam ediyor.

1990’lardan bu yana Aleviler zorunlu din derslerine karşı, ülkemizde iç hukuk yollarından sonuç alamayarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuruyor.

AİHM’e taşınan ilk dava 2004 yılında kızının zorunlu din dersinden muaf tutulması için Alevi bir yurttaş tarafından açıldı.

2007 yılında sonuçlanan AİHM kararında, Din Dersinin Nesnel, Çoğulcu ve Eleştirel Olmadığı, Farklı Dinler Ya da İnanışlara İlişkin Yeterli Bilgi İçermediği ve bu nedenle zorunlu tutulamayacağı belirtiliyordu.

2005 yılında 1905 kişi adına açılan bir davada yine iç hukuk yolları tüketilerek 2010 yılında AİHM’e taşındı. 2015 yılında verdiği kararla AİHM ülkemizi bir kez daha haksız bularak yine din dersinin zorunlu tutulmayacağına hükmetti.

Bütün bu kararların ardından ülkemiz, zorunlu din derslerini kaldırmak yerine içeriğine sünnilik dışındaki inançlara dair de bilgiler ekleyerek sürdürdü.

Tabii ki sünni bakış açısına göre eklenen bilgiler, diğer inanç grupları tarafından eleştirildi.

Geçen yıl Nisan ayında bir gelişme oldu. Alevi bir yurttaşın çocuğunun zorunlu din dersinden muaf tutulması için 2009 yılında açtığı dava, ilk kez Anayasa Mahkemesinde olumlu sonuçlandı.

Anayasa Mahkemesi; “Anayasanın 24.maddesinin 4.üncü fıkrasında güvence altına alınan ebebeynlerin eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiği”ne hükmetti. Bu karar, iç hukukta kazanılan ilk dava olması açısından oldukça önemliydi.

AİHM kararlarının ülkemiz açısından bağlayıcılığı var, çünkü Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olduğu için Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini kabul etmiş oluyor.

Kararlara uymayı taahhüt ediyor.

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının ise zaten iç hukuktan dolayı uygulama zorunulluğu var. Ancak uzun zamandır iktidarın uygulamalarında hukuktan söz edemiyoruz. Çocuk Haklarına dair sözleşme dört temel ilkeye dayanıyor.

Ayrım gözetmeme, çocuğun yüksek yararını, yaşama ve gelişme hakkı, katılım hakkı. Anadilinin eğitim dili olarak kullanılmaması ve zorunlu din dersleri, dört temel ilkeyi de ihlal ediyor.

Bir dilin-inancın dayatılması ayrımcılıktır, çocuğun yararını değil, devletin politikasını gözetir, kendi kültüründe yaşama ve gelişme hakkını engeller ve asimile edildiği bir ortamda katılımcı da olamaz.

Genellikle kültürel çeşitlilikten bahsedilirken Zenginliğimiz gibi bir yaklaşım da dillendirilir. Oysa her dil ya da inanç-inançsızlık, kendine mensup insanlar için yaşamsal bir gerekliliktir.

Başkalarının haklarını kendi hayatımızın renkleri olarak tanımlamak da bir çeşit üsttenci anlayışın yansıması değil mi?

Kimsenin dili, inancı ya da inançsızlığı kimse için tehdit olmadığı gibi, hiçbir dil ya da din ayrıcalık değildir.

Çocuk hakları devletler tarafından bahsedilmiş, lütuf değil, insan haklarının çocuklar için özel gerektirdikleridir.

Çocuk hakları bir bütündür ve bazı maddelere çekince koymak da çocuk hakları ihlalidir. Devletin çocuklara karşı yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamanın en önemli yolu, her fırsatta dillendirmek, sahip çıkmak ve çocuk hakları hareketini yükseltmekten geçiyor.

Çocuk haklarının ihlal edilmediği, çocukların alanını yetişkinlerin kaplamadığı, eşit birer yurttaş olarak katılımcı oldukları çok dilli, çok renkli bir dünya mümkün.

Mümkün kılmak için yolumuz var.

O yolu çocuklarla yan yana yürüyelim.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor