ADANA’DAKİ “HİS-Sİ TEŞEBBÜS” 19 MAYIS TEMELİNE HARÇ OLDU

Sene 1918… Ekim Ayının son günü. Mondros’ta imzalanan Silah Bırakışma (Mütareke) Antlaşması sonucu, Osmanlı’nın orduları dağıtılmış, silahlar teslim edilme sürecine girmişti.  Adana’daki Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman asıllı General Liman Von Sanders’ti. Antlaşmaya göre, Osmanlı Ülkesindeki yabancı unsurların tamamı en kısa zamanda sınır dışına çıkmak zorundaydı. Yerine, Halep’ten dönmekte olan Mustafa Kemal Paşa atandı. Paşa trenle dönmekteydi ve Suriye’de, Katma İstasyonuna geldiğinde eline tayin telgrafı tutuşturuldu.

Paşa trenden inip kendisine ayarlaman otomobille yola çıktı. 31 Ekim şafağında Adana’daydı. Sabah, Liman Von Sanders’i yolcu eder etmez işe koyuldu. En azından sembolik olarak Tören ve Muhafız Kıtalarının terhis edilmemesi için sarayı telgraf yağmuruna tuttu. Hatta İskenderun Limanı’na çıkmak üzere olan İngiliz Birliklerine de itiraz ediyor, ateş açacağını iletiyordu. Sarayla ilişkileri son derece gerginken, Adanalı kanaat önderleri ve eşrafla sürekli görüşmelerde bulunuyordu. Adanalı, eşinin, kızlarının mücevheratını, depolarının ve kasalarının anahtarlarını önüne bırakıp, “Paşam…” demişti, “Bunların hepsi senin emrinde. Yetmezse, canımızı, kanımızı da vermeye hazırız. Yeter ki bu toprakları düşman çizmesine ezdirme.”

Sene 1923… Mart’ın 115’inci günü. Devlet Reisi Gazi Mustafa Kemal  Adana’da. Çeşitli kurumlar ve temsilcileriyle görüşmeler yaptı, gençlerin tertiplediği toplantıya  Türk Ocağında katıldı. Bina, Eski Vilayet’in tam karşısındaydı. Gazi’ye bağlılık ve teşekkürlerini bildiren konuşmayı, Ocak adına Ferit Celal Bey (Güven) yaptı. Ardından, Paşa, Adana’daki mücadeleyi öven konuşmasını yaparken, “Acı günlere ait olmakla birlikte, bir hatıramı paylaşmak isterim” dedi ve sözünü şöyle sürdürdü: “Bende bu vekayiin ilk his-si teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur.”

Vekayi, vakıalar, yani olaylar anlamındadır. Gazi, yokluk, yoksulluk içinde ve yedi düvelin baş edilmez silah ve lojistik gücüne karşı mucize gibi mücadele sonunda vatan topraklarının kurtarılmasını ve yepyeni bir devletin kurulmasını ima etmişti. Üstelik, bu mücadele fikrinin de, Adana’daki o 10 günlük temasları sonunda oluştuğunu söylüyordu. Bu ifade, Adana’nın ve Adanalının sonsuza dek gurur bayrağıdır. “Ne yazık ki, gençlerimize yeterince ulaştıramıyoruz” bile diyemiyorum, ne yazık ki, hiç duyuramıyoruz.

1918’e dönüyoruz; Saray’la, giderek gerginleşen anlık telgraflardan sonra, Devlet, Yıldırım Ordularını lağvederek Komutanı İstanbul’a çağırdı. 10 Kasım’da Adana’da ayrıldı. Tesadüfe bakın ki, 1918’in 10 Kasımında Adana’dan uğurlayanlar, 20 yıl sonra da Ebediyete uğurlamışlardı.

13 Kasım günü İstanbul’a geldiğinde denizde yabancı ülke gemilerini görünce üzüldü. Ancak, içinden gelen haykırışla, “Geldikleri gibi giderler” dedi. İstanbul’da, kendine yakın komutan ve sivil arkadaşlarıyla görüşmeler yaptı. Hatta Padişahla da görüştü. Nihayet, o “His-si teşebbüs” duygusunu fiile geçirme kararıyla 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak bastı.

 O gün, kurtuluşun ve yepyeni bir devletin eşiği aşılmış, mücadele ve zaferler alanı sisler arkasında da olsa belirmişti. Biz Adanalılar için, 19 Mayıs’ın temelinde kentimizin harcını görüp gururlanmak helalinden hakkımızdır. Bu hak, bize, işte Türk Ocağı’ndaki o veciz konuşmayla, zaten 98 yıl önce, Atatürk tarafından armağan edilmişti.

Her ne kadar eskisi gibi kutlanmıyorsa da, 19 Mayıs Bayramınızı içtenlikle kutlarım.

XXXXXX

TAHTA FIRÇASI VE BOYASI KONULU

YAZIMIZA YAPILAN YORUMLAR (3)

AHMET KARDEŞLER: Nurettin bey, kaleminize, yüreğinize sağlık. Çocukluk günlerimi, byramları ve rahmetli annem, babam, babaannemi anımsadım.  Urumlu çalışanımız Şerife nenemin bayram hazırlıkları, tahta fırçalaması, güzel yemekle yapılması, velhasıl, çocukluğum gözümün önünden film gibi geçti. Bunu yaşattığınız için çok teşekkür ederim.  İyi ki varsınız. Size, iyi bayramlar diler, saygılar sunarım.

FATMA KÜÇÜKBAY: Bizim evimiz de öyleydi. Altlı-üstlüydü, alttakine alt ev denilirdi. Arefe günü tahtalar fırçalanır, ev badana edilirdi. Rahmetlik annem bayram hazırlıklarına girişirdi. Eski günler zordu ama güzeldi. Bayram heyecanla beklenirdi. Hiçbir şeyin tadı kalmadı.

İBRAHİM KÖSE: Allah razı olsun, O kadar güzel anlatmışsınız ki. O günleri yaşayan bilir. Şimdiki orta yaşlılar bile bimez. O bayramların tadı başkaydı. Kurulan bayram salıncakları, davulcuların davul çalarak para toplamaları, yaz-yaz bitmez. Selamlar, hayırlı bayramlar.

HATİCE NALDÖĞEN: Evet, urumlular Sivas’ın bir köyünden gelirler ve küçücük bir ev tutarlar ve çok kalabalık olarak otururlardı. Sabah 9’dan önce işe gitmezler, akşam da ikindi vakti dönerlerdi. Çocukluğumuzda, bizim mahallede oturdukları nyeri biliyorum.

HURİYE GÜREL: O günleri yaşamş olmaktan mutluluk vebgurur duyuyorum. Bayramları bayram gibi yaşadığımız, dostluk, arkadaşlık ve sevginin olduğu günlerdi. En önemlisi de sağlık vardı. Bu kadar çok hastalık, doktor, eczane, ilaç yoktu. PANDEMİ YOKTU, EV HAPSİ YOKTU. Velhasıl  güzel günlerdi.

ABDİ SAVAŞ: Bizim evde her arefe günü Karakuş günüydü. (Karakuş, çok ince açılan yufkamın yarısına baharatlı dövülmüş ceviz koyup oklavaya sarıldıktan sonra baklava dilimi kesilip susam yağında kavrlduktan sonra şerbete batırılan çok nefis Adana tatlısıdır.)

REMZİYE ÖKKEŞ TAŞAR: Hocam, arefe akşamı da kazanda sular ısıtılır, çor çocuk yıkanırdık; bayram temizliği yani.

HAMİYET NAGEL: Neredeyse her evde yukarı çıkan bir tahta merdiven vardı. Boyandığını bilmem ama “Ne kadar çok silersen o kadar sararır” derlerdi. Hatta merdiven e kadar sarıysa evin ne kadar temiz olduğunun göstergesi sayılırdı.

LEVENT KUTLU: Hamiyet Nagel, nenem telleri olan kirpi gibi bir el tahtası ile kazır, sonra sarı boya ile boyardı. Beyaz çoraplarımızın tabanı sapsarı olurdu. Evimiz döşeme Mahallesindeydi. 

YARIN: NOSTALJİYE DEVAM EDİYORUZ

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor