DÜNYA ‘ZIYPAK’ MEVSİM ZIYPMIŞ, SİNEMA DA YOK

Yaşıtlarım anlamıştır… Adanacamızda “Zıypmak” diye sözcük vardı. Kışın kırağı üstünde zıypardık. Ya da bazen elimizdeki tabak zıypar, yere düşerdi. Anlaşıldı değil mi; “Kaymak” demek. Fakat süt kaymağı değil, kaygan bir şeyin kayması. Zıypak da, tam anlamıyla kaygan demek. İmdiii, başlığı tercüme edelim: “BU KAYGAN DÜNYADA MEVSİMLER KAYMIŞ, SİNEMA DE KALMAMIŞ.”

Nereden çıktı? Sorgu ve sualine elcevap yanıt verelim: Vallahi de, billahi de mevsimler kaymış. Kanıtını arz edeyim efendim…

Her 23 Nisan’da, yazlık sinemlarımız “beleş film” gösterirdi. Üç gün, dört gün sürerdi beleş sinema günleri. Mahallenin çocukları, delikanlıları sinema sinema gezer, gözlerinin pasını silerlerdi. Aslında beleş gösterim iyilik olsun, çoluk çocuğun hayır duası alınsın diye değildi elbette. Sinemacı, salonundan tutun, projeksiyonuna; hoparlöründen tutun, film öncesi ve iki film arası çalacağı plaklara; büfe düzeninden tutun, çevre damlardan izlemeyi engelleyecek perdelere kadar her şeyin provasını yapar, bir yandan da gelecek filmlerden bazılarını tanıtmış olurdu.

Adanamızın her yanı yazlık sinemaydı. Hangisine giderseniz gidiniz, filmi izlerken sağınızdan, solunuzdan da yakınlardaki bir sinemanın sesini duyabilir, hatta aktörünü, aktristini tahmin edebilirdiniz.  Örnek vereyim; Halk Sineması’nda Tarzan’ı izleyenler, Bağdat Sineması’nda Lorel Hardi, Nur Sineması’nda Karacaoğlan’ın, Şan Sineması’nda Eddie Constantin’in ve Yeni Sinema’da da Toto’nun oynadığını oturduğu yerden anlayabilirdi. Denilebilir ki, mahalle başına en az iki yazlık sinema düşerdi. Aklıma gelen birkaçını yazıvereyim; Ses, Zafer, İstiklal, Esendam, Erciyes, Işık, Çamlı, Cemalpaşa, Kent, Aile, Şan, Nur, Halk, Bağdat, Yeni, İpek, Bulvar, Sular, Yıldız, Bahar, Renk, Püren, Özsaray, Kanal, Venüs, Köşk, Türen, Gar, Alemdar, Yavuzlar, Sema, Çiçek, İstanbul, Yeşilevler, İpek, Sema, Narlıca, Denizli, Aile, Kanal… Aklıma gelmeyen sinemalardan özür dilerim. Unutmayalım ki, o dönemlerde Adana!nın nüfusu  250 bin kadardı, yani, şimdikinin onda birinden az.

Elimiz deymişken, o yılların kışlık sinemalarından da bahsedelim. En lüks fakat bize en itici olanları Alsaray ile Sun’du İticiydi çünkü tek film oynatırlardı ve pahalıydılar. Diğerlerini sayalım; Erciyes, Asri, Ünal, Lüks, Çelik, Özsaray, Işık, İpek, Nur, Set.

Açıldığı günden itibaren, yani Nisanı 25’i gibi millet yazlık kıyafetlerle gece yarısına kadar açık havada film izler, zerrece üşümezdi. O yüzden diyorum ya “Mevsimler kaydı” diye.Hepsi bu değil; 23 Nisan törenlerine katılırdık. İzcisi, rontçusu, folklörcüsü ve düz öğrenciler. Hepimiz de yazlık kıyafetle giderdik stadyuma. Öyle sıcak olurdu ki, her yıl birkaç öğrenci bayılırdı. Aşlamacılar “Aşlama buz, buuuz… Otuz iki dişine trampet çaldırıyor” diye bağırarak dolaşmaya bu ay sonuna doğru.

Dondurmacılar da “kaymaklı ve leymunlu” ürünlerini daha önceden servise almış olurlardı. Leymun’la limon arasındaki farkı öğrenebilmek için çok uğraşmış, sonunda, leymunun limondan daha ekşi olduğuna hükmetmiştim. Azıcık büyüdüm; ikisinin aynı olduğunu anlayınce kendime karşı derin mahcubiyet hissettim.

18 senede 16 kez köklü değişiklik görme talihsizliğine uğrayan eğitim sistemi hakkında laf etmek haddimi aşar. Bizim zamanımızda, Lisede Astronomi dersi de vardı. Mevsimlerin, 11 yıllık ve 33 yıllık periyotlarda değişiklik gösterdiğini okumuştuk. Bana tuhaf gelen taraf şu; “Küresel Isınma” ortalığı ucundan ucundan tutuştururken eski sıcaklar neden geç kalıyor, işte onu anlayamıyorum.

Acaba ülke iklimlerindeki dondurucu soğukluk ya da cayır cayır yakan sıcaklık hükümetlere mi bağlı, yoksa idare sistemine mi? Ne bileyim; yaş altmış beş üstü ya, evde kala kala saçmalamak doğal hakkımız oldu. Sürç-ü lisanımız affola!..

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor