SÜNNET ZAMANINDAYIZ

Şimdilerde de sünnetin ayrıcalığı tartışılamayacağı gibi, eski sünnet törenlerinin ayrıcalığı da tartışılmaz. Sünnetler, Eylül’ün ikinci yarısından başlayan ve Ekim ortalarına kadar uzanan sürede yapılırdı. Nedeni şu; bağ bahçe işleri tamamlanmış, aileler köyünden, bağından, yaylasından, dağından dönmüş olurdu. Tabii ürün de satılmış olduğundan maddiyat güven vericiydi. Ayrıca mevsimin de yazın sarı sıcağını geride bırakmış olması fazladan puan demekti.

Hayrettir, bizim çocukluk dönemimizde hiç kimse sünnet için doktora gitmezdi. Sünnetçiler vardı. Çoğu da berberdi bunların. Belki yanılıyorum ama, bana öyle geliyor ki, doktorlar bile çocukları için sünnetçi çağırırdı. Tarsus’a bağlı Kızılçukur Köyüne, sünnet için davetliydim. Orada da sünneti zurnacı yapmıştı. Çocukta kanama olunca da, zurnacı , bildiğimiz iğne iplik kullanarak kanayan yeri dikip halletmişti işi.

Hep özlemimdir ve pek sık dokunurum; eskiden Adana evlerinin mutlaka avlusu olurdu. Çiçekli, ağaçlı, tulumbalı, bazen kümesli ve ahırlı avlular… Sünnet törenleri de avlularda, geniş bir davetli katılımıyla yapılırdı. Tanıdığı olanlar, ki babam öyleydi, belediyeden rica ederek palmiye dalları kestirip avluyu bunlarla süslerdi. Tören daha çok ikindiye doğru Mevlid-i Şerifle başlardı. Bu arada sünnetçi de tepsisini hazırlamaya koyulurdu. Tepside, ustura, yara tozu ve üzerine sarı pomat sürülmüş katlı sargı bezi parçaları bulunurdu.   Aynı süreçte çocuk veya çocuklar kent içinde taksi ya da faytonla gezdirilirdi

Mevlid-i Şerif biterken şeker-şerbet dağıtılır, bittikten sonra da kirve uygun bir yerdeki sandalyeye oturup çocuğu kucağına alırdı. Kirvelik adeta kutsal sayılırdı. Çocukla, kirvenin kızına nikah düşmezdi. Sünnetçi, kirveye çocuğun ellerini nasıl kavrayacağını gösterdikten sonra operasyonu gerçekleştirirken kurban feryadı basardı. Tam o sırada da oradan buradan uzanan eller çocuğun ağzını lokumla doldurmaya çalışırdı. Belki iki dakika kadar ve tekbirlerle geçen süren operasyon sonunda kirve çocuğu karyolasına taşır, ardından da hediye faslına geçilirdi. Kirveler çoklukla çocuğa gömleği, çorabı ve iç giyimiyle tamamlanmış takım elbise paketini verir, ayrıca yastığın altına mir miktar para koyardı. O yıllarda AKP hayallerde bile yer almadığı için insanlar sünnette, nikahta rahatlıkla altın takabiliyordu. Sünnet çocuklarının göğsünde az veya çok altınlar, maşallahlar parlardı. Bana, babamın Avrupa’dan yeni dönmüş bir arkadaşı pompalı Schaffers dolmakalem ile naylon çorap hediye etmişti. Annem çorabı çok sevdi. O yıllarda çorabı en çok üç kez, bilemediniz beş kez giyince topuktan, burundan açılır ve yama gerektirirdi. Naylon çorabı aylarca giydim, zerrece zarar görmedi.

Bundan hemen sonra, ailenin tercihine göre davullu veya saz heyetli eğlence faslına geçilir, bir bakıma düğün kurulurdu. Eğlence, akşam yemeği sırasında ve sonrasında da devam eder ve nihayet çocuk rahat uyusun diye son verilirdi. Ayrılanlar, “Darısı sonraki mürüvvetine”, yanı düğününe dileğinde bulunmayı ihmal etmezdi.

Sünnetin sağlık açısından pek yararlı olduğunu çeşitli kaynaklarda okuduk. Aynı kaynaklar, işlemin İslamiyetten çok önce yapılageldiğini anlatıyor. Yahudilikte son derece önem verildiğini ve bebek doğduktan hemen sonra sünnet edildiğini de biliyoruz.

Bir fıkra ile bitirelim. Avrupalı aklına koymuş, Müslüman olacak. Dualar falan edildikten sonra sünnetini de olmuş. Bir süre sonra, aklınıza gelebilecek, gelemeyecek nedenlerle eski dinine dönmek isteyince “Olmaaaz!..” demişler, “İslamiyetten ayrılırsan mürted sayılırsın ve kellenin kesilmesi icabeder”. Zavallı bakmış ki olmayacak, bir yolunu bulup memleketine kaçmış. Sormuşlar, “İslamiyet nasıl bir şey?” diye. “Şöyle bir şey…” demiş, “Dine girersen aşağıdan kesiyorlar, çıkarsan yukarıdan.”        

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor